Düşünün evinizdesiniz, kanepenize uzanmış kahvenizi yudumlarken bir yandan TV’deki dizinizi takip ediyor diğer yandan tabletinizden sosyal sitelerdeki profillerinizi güncelliyorsunuz. Keyfiniz yerinde; o kadar rahat ve gevşemişsiniz ki hiçbir şey umurunuzda bile değil. Ânı yaşıyorsunuz, tabii buna yaşamak denilebilirse…
Sosyal hayatın sanallaştığı günümüzde dost sohbetleri yerini sosyal dedikodulara bıraktı maalesef. Kim ne demiş, ne paylaşmış; kim kimin hakkında ne söylemiş diye zihinlerimizi o kadar boş işlerle dolduruyoruz ki, dünyanın gerçek dertlerinden bîhaber bir şekilde geçiriyoruz günlerimizi. Belki sadece haber başlıklarında gözümüze çarpıyordur: “Suriye sivilleri bombaladı!” “Çin’de Doğu Türkistan zulmü devam ediyor!” “İsrail Filistin’i yine vurdu!” “Arakan’da Müslümanlar diri diri yakıldı!” vs. örnekleri çoğaltmak mümkün. Herhalde keyfimizin kaçacağı endişesi ile bu tür haberleri açıp okumuyoruzdur bile. Takımımızın dün akşam kazandığı galibiyet hakkında gazetelerin attığı manşetler daha değerli geliyor bize. Her kelimesini virgül dahi atlamadan okuyoruz tüm yazılanları. Ya da kaçırmadığımız bir yarışma programının kamera arkasında yaşananlar daha çok ilgimizi çekiyor ve tüm gün televizyon başında yapılan kavgaları izliyoruz heyecanla. Sizce ortada bir yanlışlık yok mu? Acaba ne oldu da önceliklerimizi değiştirdik; bizi biz yapan değerlerden kendimizi soyutlayıp insanî yanımızı kaybettik? Hiç düşündük mü bizi bu kadar duyarsızlaştıran sebeplerin ne olabileceğini? Ben söyleyeyim: Aklımıza bile gelmedi!
Şuan bazılarınız kendini sorguluyordur; kiminiz bana hak verirken kimileriniz ise savunmaya geçmiştir bile çoktan. Belki bu tür haberlerin sıklığından dolayı kanıksadığınızı düşünüyor ve güncelliğini yitirdiğini iddia ediyorsunuzdur. Peki, gerçekten de öyle mi, biraz duygudaşlık yaparak değerlendirelim durumu. Şimdi başa sarıyorum. Evinizde oturmuş kahvenizi yudumlarken bir bomba sesi ile irkilip fırladınız yerinizden. Karşı apartmana isabet eden bomba büyük bir yıkıma yol açmış, yaralılar etrafa saçılmış ve yardım çığlıkları ile etrafı inletiyorlar. Nasıl tepki verirdiniz?
Yarım kalan kahvenizi soğumadan tüketip dizinizi izlemeye devam mı ederdiniz yoksa onlara yardıma mı koşardınız? İnsanî olanı yani yardım etmeyi tercih edeceğinizi söylediğinizi duyar gibiyim. Şimdi tekrar sorun kendinize, eğer insanlığımızı kaybetmediysek önceliklerimizi değiştiren ne diye? İlla tepki vermek için bir bombanın yanı başımızda patlamasını mı beklemeliyiz? Ya da karşı apartmana iki defa bomba düşmüş olsa üçüncüde durumu kanıksayıp umursamaz mıydık? Hepimiz böyle olmayacağının bilincindeyiz ama üzerimize öyle bir ölü toprağı serpilmiş, ruhlarımıza tepkisizlik aşılanmış ki kendi önceliklerimizin yerine başkalarının sunup özendirdiği öncelikleri koymayı tercih etmişiz. Artık vicdanlar kararmış, acıma hissi yok olmuş, kalpler ürpermez olmuşsa insanlığın cenaze namazında er kişi niyetine kıyama durmak da farz-ı kifâye olmuştur. Daha fazla bu bataklığa saplanmadan tedbirler almalı ve kendimizi hesaba çekmeliyiz.
Hissiyat yoksunluğu çeken günümüz insanının deforme olan duygularını tedavi etmenin o kadar kolay olmayacağının farkındayım. Belki tedavi kelimesi bile bu durumu tam olarak ifade etmekten uzaktır. Çünkü bu durum artık kişisel bir problemden ziyade toplumsal bir sorun halini almış, kanser yayılmış, kısmî bir müdahale ile bu sorundan kurtulmak imkânsız hâle gelmiştir. Yapılması gereken; ülke olarak tedbirler almak ve sıkıntılı kurumların işleyişlerini tekrar gözden geçirerek iyileştirmeler hatta reformlar yapmaktır. Bunun için de malûmunuz el atılması gereken ilk kurum Millî Eğitimdir. Eğer bir milletin eğitim kurumları insanı toplumsallaştırma görevini hakkıyla yapmaz, dahası yapmadığı gibi insanlar yanlış bir eğitimden geçirilirse ilerde çok daha ciddî meselelerle karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Bir de bu eğitimsizliğe teknoloji çağında medyanın ilgisiz tutumu eklendiği zaman problemin boyutları daha da büyüyecektir. Özünden uzaklaşmış, kültürünü kaybetmiş, herkese ve her şeye duyarsızlaşmış bir milletin de merhum Mehmet Âkif’in söylediği gibi: “Batması haktır!”
Türk milletinin kendi millî ve manevi değerlerinden uzaklaşıp, kendimizden olana yabancı gözüyle bakıp, yabancıyı dost edinmesi ise duyarsızlık değil arsızlıktır! Bizden olanın derdiyle dertlenmeyi bırakın, dünyaca ünlü falanca şarkıcının konserine aylar önce rezervasyon yaptırıp binlerce lira bilet parası ödeyen bir milletin duyarsızlığını değil arsızlığını tartışmak daha doğru olacaktır. Böylesi bir durumla karşı karşıya olan bir ülkede de huzursuzluğun, memnuniyetsizliğin, umursamazlığın, boş vermişliğin, bananeciliğin, birer meziyetten sayılmasını da yadırgamamak gerek. Artık insanlar kendi eksikliklerini düzeltmekten ziyade bunları olması gereken doğru bir şeymiş gibi lanse edip topluma kendilerini kabul ettirmeye çalışmakta ve olması gereken gerçeklerden kaçmaktadırlar. Bu da duyarsızlığın ayrı bir boyutunu teşkil etmekte ve problemin çözümünü zorlaştırmaktadır.
Sonuç olarak; yaşadığımız dünyayı daha iyi algılayıp değerlendirebilmek ve bu dünyanın içerisinde bizzat var olan sorunları görmezden gelmeyip elimizden geldiğince insanî bir tavırla meselelere yaklaşmak kendi imkânlarımız dâhilindedir. Kendimizi bir hesaba çekip olanla olması gerekeni kıyaslayarak hayata bir bakış atarsak duyarsızlık sorununun çözümü için de bireysel olarak üzerimize düşeni yapmış olacağız. İşin toplumsal boyutunun da zamanla çözümleneceğini ümit etmek bir nebze olsun içimizi ferahlatacaktır. Umarım bu konuda atılması gereken adımlar ötelenmez ve iş işten geçmez diyerek sözlerimi sonlandırıyorum…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.