Tarih boyunca insanları hidayetten, adaletten ve haktan ayıran en önemli unsurlardan birisi “atalar dini” dediğimiz geçmişi putlaştırma hastalığı olduğunu söylememiz mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmiştir:
“Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği vakit de: “Yok, atalarımız neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar.
O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıran haline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.” (Bakara Suresi: 170-171)
Bazıları müslümanların da atalarının izinden gittiğinden dem vurabilirler. Ayette de belirtildiği gibi müslümanlar, geçmişi putlaştırmamakta hidayet yolunda gidenleri esas almaktadır. Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberler, Allahü Teâlâ (cc)’nın elçisi olmalar hasebiyle hem saygıya layıktır ve hem de mutlak itaat etmek zorunda olduğumuz liderlerdir. Hz. Muhammed (sav) ve ashabı müslümanlar için daima örnek edinilmesi gereken bir kuşağı temsil eder. Ama kâfirler için hidayetin esas alınmadığı ve atalarına kendinden menkul bir kıymet verdikleri malumdur.
Bilindiği gibi toplumsal oluşumun genel geçer kanunlarını tespit edip hem şimdiki hal hem de gelecek üzerine düşünceler üretilmesine “tarih felsefesi” denilir. Dolaysıyla tarih, sadece geçmişin tespiti için değil şimdiki halin dizaynı ve istikbalin ufkunun belirlenmesi için önemlidir. Tarihsel şahsiyetleri putlaştırıp dahası onları koruma kanunlarının zırhına geçirip sorgulanamaz noktaya oturtturmak hidayetten sapıklığa geçişin daima en önemli muharrik unsuru olmuştur.
Tarihi hadiseleri sırf kronolojik sıralamaya tabii tutsanız bile öncelikleriniz ve kullandığınız kavramlarınız bir “dünya görüşünün” ürünüdür. Genel olarak tarihçinin “hiçbir ülkeye mensup olmaması ve herhangi bir ideolojiyi savunmaması” ilke olarak kabul edilir. Ama atalarını putlaştıranlar “milli tarih” gibi olmayacak bir kavramı savunurlar. “Milli Tarih” olmaz çünkü tarih geçmişin olaylarını yansıtma işidir. Milli Tarih gibi ucube bir kavramdan bahsediyorsanız tarihi çarpıttığınız hatta yalan söylediğinizi açığa vurmuş olursunuz. Zaten ayette de belirtildiği gibi müşrikler, atalarını tartışılmaz noktaya oturtmak ve gerçekler neyse açığa çıkmamasını zımnen ifade etmektedir. Onların işleri güçleri bir bağırma ve çağırmadır ve tarihleri sadece kurgudur.
Tarihleri kurgudur. Zira gerek Sosyalizm için olsun gerekse de Kapitalizm için olsun tarih anlayışları tekâmül denilen bir (hayali) bir kanuna dayanmaktadır. İnsanı yapılabilir bir şey zanneden kimseler nezdinde yaşanan gaddarlıklar ve zulümler olması gereken ve kaçınılması mümkün olmayan hadiselerdir. İleride güzel günler gelecektir. Hatta dünya cennet haline gelecektir. Solcusundan sağcısına insanların İslam Şer’iatına gericilik demesinin altında yatan hikâyenin aslı bu tarihsel körlüğe ve uydurmacılığa dayanır. Zamanın ilerlemesi ile insanlığında ilerlediği inancını yanlarına “bilimcilik” ideolojisini de alan ideolojiler tarihi yalanlarla süsledikleri gibi geleceği de mahvetmektedirler.
Geçmişi “milli tarih” efsanesiyle çarpıtan geleceği “ilerlemeci tarih” anlayışı ile mekanikleştiren müşrikler içinde bulundukları anı mutlaklaştırırlar. “Vur patlasın çal oynasın” felsefesi, istikbalden umudunu kesen ve geçmişi çarpıtan herkesin ister istemez düşeceği bir bataklıktır. İdeolojilere ve atalarına tapan insanlar, öldükten sonraki hayatta ideolojilerinin bir işe yaramadığını bildiklerinden içinde yaşadıkları anı mutlaklaştırırlar. Ekolojik felaketlerinde, sosyal ve siyasal buhranlarında kökünde bu anı mutlaklaştırma hastalığının bulunduğunu söylemek zorundayız. Şimdi şu ayeti beraber okuyalım:
“Andolsun ki bunların çoğunun üzerine o (azap) söz (ü) hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler. Hakikat, biz onların öyle laleler (demir halkalar) geçirdik ki bunlar çenelerine kadar (dayandı). Şimdi onlar, kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış haldedirler. Biz hem önlerinden bir sed hem arkalarından bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık görmezler. Onları (azap ile) ha korkutmuşsun ha korkutmamışsın onlarca birdir. İman etmezler.” (Yasin Suresi: 7-10)
Bu ayette müşriklerin “yobaz” oldukları açıkça beyan edilmektedir. Çünkü arkalarından ve önlerinden set çekilmesi tarih ve gelecek idrakinden mahrumiyetlerini gündeme getirmektedir. Kafa ve burunlarının yukarı kaldırılması kibirli kişiliklerine yapılan bir vurgudur. Liberal yazarlardan Atilla Yayla şu tespiti yapmaktadır:
“F. A. Hayek'in fikirleriyle tanışana, bilhassa Kölelik Yolu'nu okuyana kadar faşizm ile sosyalizmin birbirinin kanlı bıçaklı zıddı olduğunu zannederdim. Ankara Siyasal Bilgilerde eğitim gördüğüm için belki başka türlü de olamazdı. Fakülte'de iki temel fikir tüm ögrencilere aşılanırdı. İlki yukarda söylediğimdi. İkincisi, sosyalizm ile bilimin aynı şey olduğu. Bu anlayış mecburî tarihî istikamet fikriyle birleşince öğrencilerin kafasında şöyle bir tablo oluşurdu: Sosyalizm bilimdir; bilim asla yanılmaz; o hâlde sosyalizm doğrudur; dünya kaçınılmaz olarak sosyalizme gitmektedir, hiç kimse, hiçbir şey bunu engelleyemez. Türkiye de bir gün mutlaka sosyalist olacaktır.
Sosyalist ülkelerin çökmesi ve sosyalist teorinin hâlâ içinden çıkamadığı bir bunalıma girmesi bu fikirler etrafındaki hayalleri boşa çıkardı. Gel gör ki sosyalist rejimlerin açlık, zulüm, tahakküm, eşitsizlik, cinayet ve katiamda dünya rekorlarına sahip olmasına rağmen, sosyalist fikir itibarından hiçbir şey kaybetmedi. Faşizm ise tam tersi bir akıbete duçar oldu. İtibarı sıfırlandı. Bugün faşizm lanetli bir kelimedir, etikettir. Hiç kimse, hatta faşistler bile, faşist olarak adlandırılmayı sevmez ve etiketi kullanarak faşizm savunusu yapmaz.” (5 Ekim 2013; Yeni Şafak Gazetesi)
Aynı eleştirileri liberalizm içinde yöneltebilirsiniz. Mutlak hürriyet alanının olmadığını ve otorite dediğimiz unsurun sadece “liberallerin” özgürlük kavramını korumak için icat edilmediğini hatta mutlak otoritenin “helal ve haram” veya “serbest ve yasak” gibi değer üretici bir fonksiyona sahip olduğunu görmezler veya görmek istemezler liberaller. Kaldı ki otoritenin nötr olduğunu kabul etsek bile otoritede oluşan boşlukları kurnazların güçlülerin ve kötülerin doldurabileceği ihtimalini de göz ardı ederler. Ama hayale tapmak hem liberallerin hem de sosyalistlerin ve de ataperestlerin ortak özelliğidir. Ve onları uykudan uyandırmayalım. Bu yüzden fazla ses çıkartmadan konumuza dönelim.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, dün (8 Ekim 2013) AK Parti’nin demokrat olmadığını söyleyerek değişik eleştiriler getirdi. En önemli eleştirisi de “andımızın” kaldırılması olduğunu söyledi. Yıllarca müslüman ve Kürt çocuklara zorla okutturulan andımızın kaldırılmasına bile tahammül edemeyen bir anlayışın demokrasiden bahsetmesi bir çelişki ama şaşırtıcı değil. Yıllarca hem resmi ideoloji havariliği yapıp hem de demokrasiden bahseden CHP, asli kodlarına dönmek ile “yeni” CHP gerilimi arasında gidip gelmektedir. Anlaşılmaktadır ki, ne kadar yeni olursa olsun CHP, atalarının izinden gitmektedir. Uykunuzu kaçıracak bir şey daha söylesem: “Ya koruma kanunları” da kalkarsa…
Resmi İdeolojinin olduğu yerde demokrasi olmaz. Çünkü resmi ideolojinin kendine mahsus dogmaları mahsustur. Ve tartışılamaz ilkeleri mevcuttur. CHP’nin değişmemiş olması göz yaşartıcı. Ulusalcılar ve son zamanlarda kanka oldukları Esed, partisiyle övünebilir. Malum Başbakan’ın deyimiyle terörist Esed, “CHP, Türkiye’dir” demiştir. Eminim Esed ve ona destek veren İran Kılıçdaroğlu’nun dünkü konuşmasından memnun olmuşlardır. Niye İran? Onlarda Humeynizm ideolojisinin tapıcıları ve Türkiye’deki müttefikleri de son zamanlarda CHP!..
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.