Cihad Hareketleri’nin önünde iki büyük tehlike vardır: Kalp katılığı ve fıkhi meselelerdeki lakaytlık. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Bununla beraber müminlerin hepsinin birden topyekûn savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım insanlar da din ilimlerinde derinleşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır ki, böylece Allah'ın azabından sakınırlar.” (Tevbe Suresi: 122) İbn-i Abidin (rh.a) cihad bahsinde şu açıklamaları yapmıştır: “Bulundukları beldede kendilerinden daha fakîh ve âlimi bulunmayan kimselere de cihâd farz değildir. Böyle âlimler farz olmayarak cihâda gidecek olsalar kendilerine cihâd etmek caiz değildir. Çünkü o belde halkının din cihetinden zayi olma korkusu vardır. Bezzâziye sahibi: "Böyle fakîh ve âlim olan kimselerin farz olan hac seferkiden başka hiç bir sefere çıkmaları caiz değildir." demiştir. Zira bilenlere gizli değildir ki, fakîh ve âlimlere farz olan cihâd seferinin caiz olmamasından, ticaret gibi nafile seferin caiz olmaması evleviyetle sabit olur.” Bunun temel sebebi âlimlerin mücahidleri, İslam çizgisinde tutmaya çalışması içindir.
Cihad Hareketlerinin en önemli motivasyonu ve en tehlikeli fitnesi “Tekfir”dir. Baş olma sevdası, cehalet, dünyevi ihtiraslar ve ganimet hevesi “tekfiri” hastalık haline dönüştürebilir. Ayet-i kerime’de şöyle buyrulur: “Ey İman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman, mümini kâfirden ayırmak için iyice araştırın. Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mümin değilsin” demeyin. Allah katında çok ganimetler var. İslâm'a ilk önce girdiğiniz zaman siz de öyle idiniz. Sonra Allah size lutufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa Suresi: 94)
Ayet-i kerime’nin vurguladığı kelime “tebeyyün”dür. Kelime ayette iyice araştırmak, acele etmemek, şüphe ve kuruntularla hareket etmemek, fasit ve zayıf tevillere müracaat etmemek, kesin bilgi sahibi olarak karar vermek manasına gelmektedir. Böyle bir emir verilmesinin iki temel nedeni vardır:
Birincisi: Sahabe ilk dönemde müslüman olduğunu söylediği halde bazı zamanlar hırslarına kapılarak veya karşısındakinden şüphelenerek insanları öldürebiliyordu. Bunun üzerine bu ayet-i kerime “gizli hallerin” açık yönü ile hükmetme kuralını getirerek öldürme konusunda müslümanları uyarmıştır Adeta ayet şöyle demiştir. “Kendisini müslüman olarak ilan eden kişinin yalan söyleyip söylemediğini araştırmak size düşmez. Gerçeği söylüyor olabilir, aynı şekilde yalan söylüyor da olabilir ve derin bir araştırma yapmaksızın hangisinin doğru olduğuna karar verilemez. Bu nedenle müslüman olduğunu söyleyen yalancı bir kâfiri serbest bırakmak olduğu gibi, samimi bir müslümanı da öldürmek ihtimali de mevcuttur. Her ne olursa olsun yanlışlıkla bir kâfiri serbest bırakmak, sizin için, yanlışlıkla bir mü’mini öldürmekten daha hayırlıdır.” Bu yüzden ayetin gayesi mü’minleri öldürmenin haramlığını pekiştirmek, mücahidleri zayıf ve fasit tevillerle müslüman kanını dökmemeleri hususunda uyarmak, müslüman kanı dökme konusunda ihtiyatlı davranmaya sevketmektir.
İkincisi: Ayette geçen “darebtüm” kelimesi Allah için cihada veya ticaret için sefere çıkanları ifade etmektedir. “Darb” el ile vurmaktır ve bunun sefere çıkma manasında kullanılması, seferdeki hızlı gidişten kinayedir. Çünkü eliyle insana vuran kimsenin elinin hareketi, bu vuruş esnasından çok hızlıdır. Bundan dolayı, “darb” kelimesi yolculuktaki hızlı gidişten kinaye kılınmıştır. Veya “darp” kelimesi “Yeryüzünde vurdum (yol teptim)” manasında kullanıldığı gibidir. Zeccac şöyle der: “Ayetteki darb tabiri gazaya çıktığınızda ve cihada çıktığınızda manasındadır.” Esasen cihadda kan hızlı akar, heyecanlar bastırır ve çabuk sonuç alma arzusu kamçılanır. Darb kelimesi ile bu duruma dikkat çekilmiştir. Açıkça ayet, cihadın harareti, öfkenin kabarması, ganimet arzusu ve baş olma sevdası ile müslümanların kanına girmeyin demektedir.
Şimdi IŞİD ile ayeti yan yana koyduğumuz zaman IŞİD’in bir başka vadide ayetin bir başka vadide olduğunu görürüz. Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye (ra) gerçek Hilafet için savaşırken bile birbirlerini tekfir etmemişlerdir. Ayrıca Fıkıh Kitapları’nda Halifelik için savaşırken bir müslümanın karşı safta bulunan müslüman akrabasını kesinlikle öldürmesinin haram olduğunu kaydetmektedir.
Usame b Zeyd (ra); savaşta, "Lâ ilâhe illallah Muhammedur Resûlullah. Selâmu aleykum" diyen birini öldürdü. Bu durumu Hz. Peygamber (sav)’e haber verdikleri zaman O, çok kızdı ve "Siz onu, yanındaki mala göz diktiğiniz için öldürdünüz" dedi. Sonra bu âyeti Usame’ye okudu. Usame de, "Ya Resulullah(sav) benim için Allah’a istiğfar et" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) "O, "lâilahe illallah" demişken, bu nasıl olur?" dedi. Hz. Usame (ra): "Hz. Peygamber bu sözü tekrar edip durdu. Hatta keşke, daha önce müslüman olmamış olsaydım da o gün müslüman olmuş olsaydım" diye arzu ettim. Daha sonra Hz. Peygamber (sav) benim için istiğfar etti ve "Bir köle azâd et" buyurdu" demiştir.
Yine Muhallem İbn Cüsame’ye yolda Âmir İbn el Azbat rastladı. Âmir onu, İslâm selamı ile selamladı. Muhallem ile Âmir arasında, cahiliyye döneminden bir kin vardı. Bundan dolayı Muhallem bir ok atıp onu öldürdü. Hz. Peygamber (sav) (bu hadiseye) çok kızdı ve "Allah sana mağfiret etmesin" dedi. Bunun üzerinden yedi gün geçmeden Muhallem öldü. Müslümanlar onu gömdüler, fakat toprak onu üç kere dışarı attı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Hiç şüphesiz toprak, ondan daha şerlileri kabul eder. Fakat Cenâb-ı Allah (böyle yaparak) size, bu günahın kendi katında ne kadar büyük olduğunu göstermek istedi" buyurup onun üzerine taş konulmasını emretti.
Alimler bu ayetin tefsirinde her ne kadar müslüman öldürmek, onları yurtlarından sürmek direk küfür olmasa da genellikle bu fiili işleyenler yaptıkları işin helal veya vacip olduğuna inandıklarından kafir olurlar açıklamasını yapmışlardır. IŞİD Şebekesi’nin müslüman öldürmeyi yerine göre helal çok zaman da vacip gördüğünü gizlemenin anlamı yoktur.
İnsanlar dilleriyle imanını izhar ettikten sonra bir takım amellerinde yanılabilir, günah alışkanlıkları da bulunabilir, düşünce dünyası da derinleşmemiş olabilir ama onların hatalarını hain bir avcı gibi yakalayıp tekfir etmek samimi bir müslümana yakışmaz. Bu yüzden ayet-i kerime “eksik” gördüğünüz müslümanı (veya müslümanım diyeni) hemen tekfir ederek dışlamayın ve sabırla eğitmeye çalışın demek istemiştir. Ama IŞİD’in elemanlarının müslümanları tekfir etmek, onların kanını içmek konusundaki hırslarını görünce onların şerrinden Allah’a sığınmaktan başka bir şey istemiyoruz. Eskiden kafirler bile müslümanlar gelsin bizi kurtarsın derken şimdi müslümanlar bile IŞİDcilerin şerrinden sakınmaktadır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.