Takrir-i Sükûn Kanunu yani “Huzurun Sağlanması Kanunu.” Şeyh Said Kıyamı’ndan sonra çıkartılan bu kanun değişik isimlerle 2013 Türkiye’sine kadar devam etmiştir. Kanun, suçu ve şiddeti önlemek niyetinden öte sosyal mühendisliğin bir aracı ve muhalefetin tasfiyesi amacı ile kullanılmıştır. Esasen kanunun hem ruhu hem de maddi yönü bu tespitimizi doğrulamaktadır. Kanunda şöyle denilmektedir:
“İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikât ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı (örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri, girişimleri ve yayınları), Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten men’e mezundur. İş bu efal erbabını Hükümet, İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.”
Görüldüğü gibi “irtica” denilen herhangi bir faaliyetin, anlatılması ve yayılması bile mümkün hale getirilmiştir. Sarık sarmanız veya hükümeti İslam’a göre eleştirmeniz bile soluğu temyizi olmayan İstiklal Mahkemeleri’nde almanıza yeterli görülmektedir. Kanuna göre inşa edilmek üzere olan resmi ideolojiye en ufak bir eleştiri yöneltmeniz suç kapsamındadır. Aslında bu mantık izafi olarak bazı zamanlar değişse bile hiçbir zaman değişmemiştir. Mevcut Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) da aynı ruh ve madde bulunmaktadır.
TMK’da terör kavramı tarif edilmemiş baskı, korkutma, yıldırma, sindirme kavramlarına açıklık getirilmemiştir. Ayrıca “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” gibi izafi kavramlara yer verilmiştir. Bu geniş kapsamıyla TMK, siyasal iktidarlar tarafından istenen herkesi aynı torbaya koymak için bulunmaz bir fırsattır. Zaten pratikte de bu şekilde uygulanmaktadır.
Başbakan Erdoğan demokrasi tartışmalarında haklı olarak “demokrasinin sandıktan ibaret olduğunu” sık sık dile getirmektedir. Ama seçilmiş milletvekilleri meselesinde “büyük bir ama” kullanmaktadır. Demek ki Başbakan’ın zihin dünyasının arka planında da demokrasi sadece sandıktan ibaret değilmiş veya düştüğü çelişkiyi göremiyor. Sadece milletvekilleri değil eline silah almamış veya herhangi bir şiddet eyleminin içinde veya kenarında olmayan kimselerde terörle suçlanabilmektedir.
Hükümet yetkilileri ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin, tutuklu gazeteciler meselesinde sık sık “içerideki gazeteciler, gazetecilik faaliyetlerinden değil terör suçundan dolayı içerdedirler” açıklamasını yapmaktadırlar. Zaten kâğıt üstünde gazetecilik suç değildir. Ama aynı insanların gazetecilik faaliyetlerini kolayca TMK kapsamına almanız mümkündür. Mesele kanunların net olmaması ve terörün tarifinin yapılmamasıdır. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yapanlara da sorsanız amaçları İslam’ı ve müslümanları yargılamak değildir. Ama kanun maddesi öyle yazılmıştır ki, toplumun tamamına istediğiniz zaman müdahale etme imkânı tanımaktadır.
Bu noktada hükümet yetkilileri, “bizim TMK’mız Takrir-i Sükûn Kanunu gibi çok geniş haksızlıklara sebep olmuyor” açıklaması yapabilirler. Ama biz kanunun kaç kişiye haksızlık yaptığına değinmiyoruz. Mesele kanunun bir kişiye (ki Türkiye dünyanın en çok teröristinin (?) olduğu bir ülkedir) bile olsa yaptığı haksızlığı gündeme getiriyoruz. Bir ayet-i kerime’de şöyle buyrulur:
“Bunun içindir ki, İsrâiloğulları'na: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” (Maide Suresi: 32)
Dikkat edilirse ayette bir haksızlığın tüm insanlara yapılan haksızlık olduğu beyan edilmiştir. Fiil olarak haksızlık yapmak başka bir şeydir resmi olarak haksızlık yapmak ayrı bir şeydir. Hükümet, “bu kanunun zulme vesile olduğunu biliyoruz ama ne var ki içinde bulunduğumuz şartlar bizi bu kanunu çıkartmaya mecbur ediyor” gibi absürt açıklamalar yapmaktadırlar. Zira mesele gerçekten terör veya şiddet ise bunları yasaklayan kanunlar yeterince vardır. Ama o kanunların tasfiye hareketlerine izin vermediğini söylemek mümkündür. İsminde adalet kelimesi geçen bir partinin bu tür açıklamaları mülke zarar vermektedir. Ayrıca binlerce insanın hayatını haksız yere söndürmektedir. Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi “zulüm ile abad olunmaz.”
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.