Aidiyet; herhangi bir şeye ait olma isteği… Bir baltaya sap olmak da diyebilirsiniz. Boşlukta gezemiyoruz. Ayağımızın yere basmasını istiyoruz. Tutunmak; tüm korkulara, emniyetsizliğe karşı tutunmak. Bir kulpa tutunmak… İman da bu aslında. Rabbimiz (cc) buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğrulukla sapıklık birbirinden ayrılmıştır. Artık her kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan bir kulpa sarılmıştır.” (Bakara Suresi: 256)
Anlaşılıyor ki, Allahü Teâlâ (cc)’ya iman etmek bir kulpa yapışmak hem de kopması mümkün olmayan bir kulpa yapışmak anlamına geliyor. İman en temel ihtiyacımızı karşılıyor. “Bir kulpa tutunmak.” Ama neden, bir kulpa tutunmak ihtiyacı duyuyoruz?
Ayaklarımızın altındaki zeminin kaymamasını ve ayaklarımızın yere sağlam basmasını neden istiyoruz? Bunun yaratılış fıtratımızla çok yakından alakası var.
Neden yani hangi maddeden yaratıldığımıza bakalım. Ayeti beraber okuyalım:
“O (Allah), insanı alaktan yarattı.” (Alak Suresi: 2)
Alak’tan…
Lügatte; yapışkan ve ilişkin nesne demek. Her türlü kana özellikle uyuşuk kana, “alak” ismi verilmiştir. Kandan bir kısım olması veya doğrudan ilişiklik anlamıyla rahimdeki tutuğa da “aleka” denilmiştir. Yaratılışımızın hammaddesi yapışkan ve ilişkin bir maddeye dayanıyor.
Bu işin maddi yönü… Bir de “alak”ın manevi yönü var.
Alak ile alakanın birbirleriyle ilgisi sadece kelime kökü ve benzerliği değil. Bire bir ilgisi mevcuttur. Bu yüzden âlimlerimiz “alak” manevi olarak aşk ve sevgi manasına geldiğini zikretmişlerdir. Yapışkan bir maddeden ve her iyi şeyi birleştiren “aşk”tan yaratılmışız.
Aşk ve sevginin tohumu da iki cins arasındaki alaka, birbirlerine ısınma ve aşk ile başladı:
“Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Rum Suresi: 21)
Baştan aşağı bir sevgiyle kurulan yeniden inşa edilen yeni bir can. Rahmin içerisinde Rahman ve Rahim’in dokuz aylık bir gözetlemesiyle… Rahim içerisinde tatlı bir hayat. Ana karnında muhafaza ve sarmalama… O yüzden ağlayarak geliyor… Ama geldiği yerde kendisini aşkla saran ana, baba ve akrabalar hatta tüm toplum. Topluma yeni bir nefes… Yeni bir umut. Sosyal Hayat da onu sarıyor. O gelmeden okuyacağı okullar, işler vs. hazırlanmış… Sosyal Hayat da sevgiyle…
“Ey insanlar!.. Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.” (Nisa Suresi: 1)
Ya kimsesi olmayan yetim kimselere kim sahip çıkacak… Ayetin devamında toplumun bu kimselere sahip çıkması emir kipinde şöyle anlatılıyor:
“Yetimlere mallarını verin ve kötüsünü (onlara vererek) iyisiyle değiştirmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Zira bu, büyük bir günahtır.” (Nisa Suresi: 2)
Ve şimdi… Sevgiyle büyüyen, aşkla sarmalanan çocuk büyüyünce geçmişiyle bugünü birbirine katıp kendini yaratana aşkla sarılmak vakti…
“Biz o insana anne babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: “Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anama babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müslümanlardanım.” der.” İşte kendilerinden yaptıklannın en güzelini kabul buyuracağımız ve günahlarını sileceğimiz bu kimseler, cennetlikler arasında seçkin kişilerdir. Bu, va'dolunmakta oldukları şaşmaz doğru va'd iledir.” (Ahkaf Suresi: 15-16)
Aşkla başlayan bir hayat, aşkla sona ermiyor aksine devam ediyor. Mutlu bir şekilde… Cennete gidiyor ama arkasından gelecekleri de unutmuyor. Onlara önce dua ediyor sonra cennette gelecek torunlarını bekliyor. Bu aşk hiçbir zaman azalmıyor. Her yeni gelişle, nefesle biraz daha artıyor. Sonsuz bir sevgi…
Sevgiden anlamaz, bön kafalı, nefret kusan kimseler yok mu? Olmaz olur mu? Sevginin ve aşkın düşmanı şeytanın taraftarları…
Sevgiden anlamaz, bön kafalı, nefret kusan kimseler yok mu? Olmaz olur mu? Sevginin ve aşkın düşmanı şeytanın taraftarları…
“Anasına babasına: “Of size! Siz bana, benden önce nice kuşaklar geçmiş iken, tekrar çıkarılacağımı mı va'd ediyorsunuz?” diyen kimseye anası babası Allah'a el eman çekerek (sığınarak): “Yazık sana; iman et! Kesinlikle Allah'ın va'di gerçektir” diyorlar da o, yine: “Bu eskilerin uydurmalarından başka birşey değildir!" diyor. İşte onlar kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları içerisinde haklarında azab vaadi hak olmuş kimselerdir. Onlar gerçekten hüsrana uğramışlardır.” (Ahkaf Suresi: 16-17)
Bu sevgi ile nefretin mücadelesi… Aşk ile kinin… Hak ile batılın… Kısaca kavuşma ile ayrılığın hikâyesi… Hikaye dediğime bakmayın tamamen hakikat!..
Kavuşmak; tüm sevdiklerimize, cennete, Resülümüze ve nihayet Allah’a… Ayrılık; Rabbimizden, cennetten ve sevdiklerimizden…
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!
Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: “Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz” derler.
İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.” (Bakara Suresi: 155-157)
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.