İnsanlar, hadiseler karşısında doğru ne ise o safta yer almak zorundadır. Hakikati gizlemek veya saptırmak insanlıkla bağdaşmaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilendir.” (Bakara Suresi: 283) “Kalbin Günahkâr” olması, artık o insanın, insan kalbine sahip olmadığı insanlık elbisesini çıkarttığı durumunu beyan etmektedir.
Müslümanlar her durumda insanlığa önder olmak zorundadır. Kur’an-ı Kerim’de: “Ve işte böyle, sizi vasat bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet ve hakkın şahitleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun” (Bakara Suresi: 143) buyrulmuştur. Adil olmayan ve hakikati gizleyen ve çarpıtan kimseler, şahitlik yapamazlar ve insanlara öncü olamazlar. Zira fasıkların haberleri ve değerlendirmelerinin reddedilmesi şarttır. Allahü Teala (cc) mü’minleri bu konuda şöyle uyarmıştır: “Ey iman edenler!.. Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınızdan pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi: 6) Şahitlik vazifesini eda etmeyen kimselerin verdikleri haberler reddedilir.
İslam Ümmetinin üzerinde ittifak ettiği hususlarda mü’minlerden ayrılmak hem münafıklık alametidir hem de ateş cehennem sebebidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de münafıklardan bahsederek şöyle buyrulmuştur: “Onlara (münafıklara): “İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın” denilince, “Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız” derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler. Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman: “Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz” derler.” (Bakara Suresi. 13-14) Bir başka ayette de şöyle buyrulmaktadır: “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu (o kimseyi) döndüğü o yolda bırakırız ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü gidiş yeridir.” (Nisa Suresi: 115) İmam Zemahşeri bu ayet hakkında şu tespitte bulunmuştur: “Bu ayet, icmaı ümmetin delil olduğunun işaretidir. Zira ayette “peygambere muhalefet ile mü’minlerin yolunun dışında bir yol tutmak” aynı mahiyette sayılmıştır. Bu iki cürmün cezaları da eşit tutulmuştur.” İmam Ebubekir El Cessas’da şunu demiştir: “Bu ayet-i kerime’de mü’minlerin yolundan ayrılanlar cehennem azabı ile tehdit olunmuşlardır. Bundan kasıt, icma-ı ümmeti inkâr edenlerdir.” İmam Şafii (rh.a) ayetin “icmanın” delil olduğunu ortaya koyduğunu “Er-Risale” isimli kitabında kaydetmiştir. Peki, icma nedir? Osmanlı Alimlerinden Molla Hüsrev (rh.a); “Müctehid imamların herhangi bir asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma denilir” demiştir.
Ali Bulaç, İslam Coğrafyasında akan kanların temel sebebinin müslümanların birbirlerine düşmeleri ve ittifak etmemeleri hususu olduğunu söylemiştir. (http://zaman.com.tr/ali-bulac/bu-mesakkat-niye_2132057.html) Teorik olarak doğru ama pratikte ama sözün gittiği yer açısından yanlış olan bu sözlerini kısaca değerlendirmeye alalım.
“Münafıklar sana geldikleri zaman: “Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah’ın elçisisin” derler. Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Münafıkun Suresi: 1) Demek ki söz bazen doğru olabilir ama söyleyen doğru değildir. Suriye’de müslümanlar aylarca silahsız gösteriler yaptılar. Buna rağmen Esed Rejimi, bazı günlerde 300 müslümanı aynı anda öldürdü. Bu durum yaklaşık altı ay devam etti. Daha sonra zulme daha fazla dayanamayan ordu mensupları ordudan ayrılmış ve mazlum halkı korumaya çalışmıştır. Bu durum doğal süreçte gelişmiştir. Doğal süreçte geliştiği için Suriye Muhalefeti dağınık bir şekilde örgütlenmiştir. Ağır silahlara, İran’a ve Hizbullah Terör Örgütüne karşı müslümanlar sadece kendini savunmaktadırlar. Gerçek budur; bunun dışındakiler kara propagandadan ibarettir. Kaldı ki, Nusayri Rejimi Allah’ın ilahlığını kabul etmeyen yani “mü’minlerin yolundan ayrılan” kesimleri temsil etmektedir. Ali Bulaç; Allah’ı ilah olarak kabul etmeyen kimseleri müslüman kabul ediyorsa o ayrı mesele. Zira normal şartlarda Şia’ya göre bile Nusayrilik ve Sosyalist-Arap Milliyetçiliği İslam Dışıdır. İran ve Hizbullah Terör Örgütü, İslam’a düşman olan Rusya ve Çin ile beraber İslam Dini’yle ve Müslümanlarla savaşırken bunu basit bir mezhep savaşı gibi göstermek en başta İslam’a hakarettir. Gerçekleri çarptırmak ve şahitliği gizlemektir.
Banyas, Bureyde, Kusayr gibi yerlerde müslümanları acımasızca katleden ve hatta bebeklerini yakarak öldüren Hizbullah Terör Örgütüne karşı durmak en başta insanlık gereğidir. Kaldı ki bu Hizbullah Terör Örgütü’nün 2012 yılında ölen Hıristiyan Savunma Bakanına şehit demesi itikadını da ortaya koymaktadır. Hıristiyan birisinden şehit olacağına inanmak eğer küfrün ifadesi değilse aşağılık bir yalandır. Evet, Hizbullah Terör Örgütü ve İran mü’minlerin yolundan ayrılmıştır. Hakikat ortada iken İran’ı ve Hizbullah Terör Örgütü’nü savunanlar kimlerin yolundadır?
Son olarak kimyasal silahlarla çocuklara saldıran cani bir rejimi ve yandaşlarını bir dinin öbür mezhebi olarak göstermek vicdansızlık değilse nedir? Kalp ancak günahkar olursa böyle sözler söyleyebilir. Aksi olamaz.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.