ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Cezaevleri, TMK ve Yeni İstikrarsızlık Alanı

Ahmet Akgünler

04 Ekim 2013 Cuma 10:12
  • A
  • A

Dün katıldığı programda Başbakan Tayyip Erdoğan, “arkadaşlarıma söyledim seçime kadar gerek Kılıçdaroğlu gerekse de Bahçeli’ye cevapları ben vermeyeceğim. Benim yerime arkadaşlarım cevap verecek” mealinde sözler söyledi. Anlaşılıyor ki; Başbakan, açıkladığı demokratikleşme paketinden sonra rahatlamış ve seçime kendi kendisini hazırlamıştır. Artık tek hedef seçim gözükmektedir. Ama seçime daha altı ay var ve Türkiye Gemisi yeni sallantılara hazır olmalı.

Tecrid edildikleri için dikkatimizi çekmediği için sansasyonel haberler olmazsa cezaevleri pek dikkatimizi çekmez. Ama orada da bir hayat yaşanmaktadır. İnsan “hür olarak dünyaya gelmiştir” onu kafese uzun süre kapatmanız bu fıtratı baskı altına almanız anlamına gelmektedir. Bu ise çok zaman ölümden daha şiddetlidir. Nitekim Fir’avun, Hz. Musa (as)’ı hapse atmakla tehdit etmiştir. Âlimlerimiz Firavun’un tehdidini “hapis ölümden daha şiddetlidir” şeklinde yorumlamışlardır. Son olarak cezaevinden 18 kişinin tünel kazarak hapisten kaçması cezaevlerini yeniden gündeme getirmiştir.

Cezaevlerinde sürekli “özgürlük” ile “baskı” arasında bir gerilim söz konusudur. Gardiyanlar ve cezaevi yönetimi bu gerilimi kontrol altına almakla sorumludur. Ayrıca içerideki insanların bir takım umutları (af, ceza yasası değişikliği vs.) bu gerilimi kontrol etmek için önemlidir. Türkiye’de yüz bini aşkın insan cezaevindedir ve aileleri ile birlikte düşündüğümüzde beş yüz bin insan ceza çekmektedir. Bu yazımızda cezaevi felsefesine değinmeyeceğiz ama şu kadarını söyleyelim:

Türkiye’de hırsızlık, gasp, yağma, cana ve namusa tasallut suçları sürekli tekrarlanan ve artan suçlardan oluşur. Bu suçların tamamına aynı cezalar uygulanır. Ama buna rağmen suçlar sürekli artar. Temel sebebi kanunların yetersiz ve beceriksiz olması yanında cezaevlerinin sanıldığı gibi “ıslah” evi olmamasındandır. Fıtrata harb ilan eden bu kurumun zaten ıslah etmesi düşünülemez aksine cezaevleri suçu sürekli arttıran kurumlardır. Seri katille elektrik kaçırana mahiyet olarak aynı cezayı veren çağdaş hukuk utanmadan İslam Fıkhını eleştirse de zulmü koruyan ve çiçek gibi bakan bir anlayışa vücut vermiştir. Çünkü af çıkarttığınız zaman suç işleyenlerin tamamı en kısa zamanda cezaevlerine yeniden dönmektedir.

Cezaevleri mafyanın ve çeteleşmenin merkezleridir. Zira oradaki insanlar çalışamaz ve çıktıkları zaman düzenli iş de kuramazlar. Bu sebeble çıktıkları zaman para kazanmanın en kısa yolu mafya ve çeteleşme faaliyetlerine başlarlar. Buraya kadar “adi” suçlar dediğimiz suçlar bölümüne değindik. Şimdi “terör suçları”, cezaevleri demokratikleşme paketi meselesine değinelim.

BM’ye göre terör tarif edilmemiştir. Dolaysıyla kavram üretme gücü elinde olanların muhaliflerini terörist olarak nitelendirmesi her zaman mümkündür. Muhaliflikle terör arasında ince bir çizgi mevcuttur. Eğer terörü şiddet uygulayarak inandığın düşünceyi yaymak olarak tarif ediyorsanız Marksist İdeolojinin “silahlı propaganda”yı benimsediği sabittir. Buna göre Marksist İdeoloji’nin terörist olduğunu söylemek zorundayız. Zira insanların kalbine silahla ulaşmanız mümkün değildir. Silahla propaganda olmaz terör olur. Bu meselenin bir yönü. Diğer yönüne gelelim.

Muhaliflerden bazılarının “silahlı propagandaya” başvurması zannedildiğinin aksine egemen güçleri memnun eder. Genellikle ideolojik tutarlılıktan mahrum olan ve davasını ilmi bir şekilde ispat etmekten aciz olan insanlar, silahlı propagandaya taparlar. Ama devlet, bir toplumda en güçlü otorite olduğundan dolayı “silahlı propaganda” yapan insanları kolaylıkla etkisiz hale getirebilir. Ama devlet bu noktada durmaz, silahlı propagandayı bahane ederek “terörün” tarifini genişletir ve düşünceyi ve onun ifade edilmesini de terör kapsamında değerlendirirler. Özellikle Türkiye’de bu durum bir gelenektir. İstiklal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler ve son olarak Terör Mahkemeleri bu geleneğin ürünüdür.

Türkiye’de 2005 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda bir takım değişikliklere gidilmek istenmiştir. Bu kapsamda Yeni Türk Ceza Kanunu hazırlanmış ve amaç Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldırmak olarak ifade edilmiştir. Adalet Bakanı Sadullah Ergin; “o dönem terör olayları çok olduğu için TMK’yı kaldıramadık. Ama ülkemizdeki terör olayları sona ererse orta vadede amacımız TMK’yı kaldırmak” şeklinde açıklama yapmıştır. Durum böyle olursa TMK’nın ebediyyen kalkması mümkün değildir. Çünkü TMK terörü bitirmemekte adeta onu beslemektedir. Biraz bu konuyu açalım.

TMK, fikirleri, fikir konusunda örgütlenmeyi ve propagandayı bile suç kapsamında değerlendirmektedir. Kitap yazmanız, arkadaşınızla telefonda sohbet etmeniz veya herhangi bir köşe yazısı yazmanız sizi terörist olarak mahkemeye sürükleyebilir. Türkiye’de meşhur olmayan davalara baktığınız zaman bir telefon görüşmesiyle 6 yıl hapse mahkûm olan binlerce insana rastlamanız mümkün. Bu durumda zaten suçlu olduğuna inanmayan -gerçekte de öyledir- hapse attığınız zaman sisteme daha çok kin duymakta adeta sistem kendi düşmanını kendisi üretmektedir. Mahkemeler ve kanunlar sürekli yabancılaşma üretmektedir. PKK ile mücadelede mahkemeler önemli roller ürettiler ama sürekli PKK’yı büyüterek. Mahkemelerin şimdiki amacı da KCK davalarıyla “paralel devlet üretmek.” İnsanlar cezaevinde daha iyi örgütlenecekler ve dışarıda aileleri de “mazlumlara” sahip çıkacaktır. İşte istikrarsızlık alanı dediğimiz nokta burasıdır.

Demokratikleşme Paketi’nin içerisinde “TMK”ya yönelik herhangi bir düzenleme söz konusu olmamıştır. Bu durum ise cezaevindeki özgürlük ve baskı arasındaki gerilimi arttıracaktır. Hükümet “ben son attığım adımlarla Kürt Halkı’nda biriken enerjiyi kendime kanalize ettim” diyerek kendini rahatlatabilir. Ve istihbarat raporlarına dayanarak PKK’nın saldıracak gücü olmadığına dahası kış aylarının rahat geçeceğine dolaysıyla seçime kadar rahatım da diyebilir. Ama insan unsuruyla karşı karşıya olduğunu unutmamalıdır. Hükümet eninde sonunda TMK’da değişiklik yapmak zorunda kalacaktır. Ama baskı ve özgürlük gerilimi birbiriyle kopmak üzeredir. Hükümet başörtüsü ve anadilde eğitimi serbest bıraktığı ama bu talepleri önceden dile getirenleri serbest bırakmadığı müddetçe büyük bir dalga geliyor. Zira cezaevindeki kişi aynen şöyle düşünmektedir: “Ben şimdi içerdeyim; anadilde eğitimi veya başörtüsünü savunduğum için ama hükümet bunları serbest bıraktığı halde iktidarda.” İşte bu durum korkunç bir patlamaya sebep olacaktır.

Hükümet, 1990 yıllarında değiliz diyebilir. Evet, bence de değiliz. Bu sebeple hükümetin ön görülerinin aksine çok daha şiddetli ve bir daha dinmesi mümkün olmayacak sosyal patlamalara hazır olun derim. Benim öngörüm TMK değişmedikçe bu ülkede seçim olmayacaktır. O kadar büyük sosyal patlama bekliyorum. Bu sosyal patlama Gezi Teröründen beter olacaktır. İnşaallah haklı çıkmam.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.