“Kimim ben?”
(...)
“Ben kimim?”
“Kalem darbelerimin hâsılası. Aklım ve dimağımdaki varlık. Hayalimin yazıya düşmüş hali.”
“Bu cevapların hepsi sen. Kalem darbelerinin, aklının ve elinin eseri. Ama bunlar hep sen. Ben kimim?”
“Düşüncelerimin ürünü. Tasarladıklarım. Tasarladıkça yazdığım. Yazdıkça olansın.”
“Sadece bir yazı mı?”
“Katiyen hayır. Hayallerimde müşahhas. Somut.”
“Lakin bağımsız bir kişiliğim yok. Veya senden bir parça. Ya da sadece sen. Sen ve sen. Senin açından ben ve ben.”
“Hayalimsin, evet. Lakin hayallerim büsbütün ben değil. Hayallerimde sen, benden ayrı. Farklı. Bağımsız değil ama farklı. Sevinen, ağlayan, gülen, acı çeken, kıvranan, zıplayan ve yürüyen biri.”
“Bir nebze anlar gibiyim. Kucaklar gibiyim manayı ve beni, lakin.”
“Yavaş.”
“Yavaş (?).”
“Sorular sorma hakkı vermedim sana. Hele beni…”
“Mana… Hayaller bile saçmalığa tahammülsüz. Hayalde bile olsam ben sorusuna cevap vermeden olmuyor. Soru, mutlak olarak beni tetikliyor. Ben varsa soru da…”
“Yeniden ve yineden yavaş… Ama şu kadarını duy: Ben, ne istersem onu yapman için tasarladım seni. Doğru. Ne söylemeni istersem onun için dile geleceksin. Hakikat. İster ateşlere fırlatır. Dilersem bahçelerde yaşatırım. Ve canım çekerse öldürürüm ama istersem tek darbe ile tekrar diriltirim.”
“Bulandı kafam. Farklı bir kişilik ama sonuna kadar mahkûm. Senin kafanda başlayan ve elinde biten varlık. Cümle yanlış yazılmış ise silinip baştan yazılan kişi. Kafan atmışsa ateşe, gönlünü eğlendirmek istiyorsan sefaya sürükleyen sen ve elinde mahkûm ben.”
“Soru sorma makamında değilsin. Soruya haddin de yok aslında. Hayallerimin tutsağı olacak birisi gibi görmen büyük hadsizlik. Gerektiğinde veya dilediğimde ben, seni hesaba çekerim.”
“Beni yazmak için emek niye? Dahası bu soruyu da sen yazdırdın. Soru senin.”
“İlk ders: Haddini bilmek!..”
(…)
“Güzel. Sessizlik. Meseleyi biraz kavradığının işareti. Anlamak için durgunlaşmak şart.”
“Sessizlik anladığımdan değil. Varlık alanına çıkmışken beni yok etmen korkusu. Hayalde ve yazıda olsam bile varlık güzel. Bir anda silmen ve yeter demenden korktum.”
“Hem korkudan da olsa sessizliğinin mükâfatı hem de gerçekte korkmanın ödülü olarak şu kadarını bil: Ben senin vasıtanla KADER meselesi üzerine mesaj vermek murad ettim.”
“Kader!.. Mutlak Hakk’ın mutlak yaratması ve ezelde yazılmış yazı. Farklı alanlar. Kader ve senin yazı veya ben. Mutlak yaratma ve senin yazı. Kader de yazacağın yazı da var. Ne kadar bayağı… Kaderin üstüne çıkmadan kader hususunda iddialaşmak. Soru sormam yasak ama. Bu kadarına yok edilme korkusu ile titresem de ben bile tahammül edemem. Had meselesi beni yazana gerek.”
“Orası öyle. Yazdıklarım kaderin bir parçası. Ve kaderin muhtevasını kavramak imkân dışı. Zaten zaman hapishanesinde bulunan benin ve mekânın bir parçası zavallının hakikati kucaklama iddiası ahmaklaşmak. Ben sadece senin vasıtanla kaderin anlaşılmazlığını anlatma derdindeyim. Lakin yine haddini aşan, bilmeyen sen. İnsanın hayali bile arsız.”
(...)
“Senin beni yönlendirmen. Senin esirin olmana ihtiyacım yok. Sen soru sorma makamında değilsin. Sadece bir hayal. Dilersem nokta koyacağım hayal. Ama sadece bir hayal. Benim. Benim hayalim.”
“Ben, hayallerinin ürünü. Yönlendirilebilir, yapılabilir ve yok edilebilir. Sen ise hayallerinin esiri, belki. Yola çıkacaksak, beraber çıkacaksak, ortak çıksak. Beraberce.”
“Kesinlikle hayır. Sen benim tutuklu ve hep öyle kalacak kalebent.”
“Kalebent. Lakin az önce. Hesaba çekmekten söz ettin. Ama ben, senin kalem darbelerinin ürünü. Ne eksik ne fazla. Nasıl olacak bu? Üstüne üstlük bir de hesap sonunda azap her zaman ihtimal (?). Hesaba çekileceksem soru sorma iradesi.”
“Tekrar söyleyeyim. Ve artık haykırayım. Soru sormak mevkiinde hiç değilsin. Hele sorgulamak. Mahkûmsun, azat kabul etmeyen bir mahkûm. Hatta sadece hayallerimin değil. Kelimelerin de. Hayallerim gibi uçsuz bucaksız değil. Kelimelere de mahkûm. Hatta dikdörtgen kâğıdın da. Burada soru soracak sadece benim. Sen, kalemin ve kâğıdın değil sadece okuyucunun algılarının da mahkûmu. Her okuyucu da kılıktan kılığa girecek zavallı.”
“Mahkûmiyetimin sınırı (?). Mağarada ışık alacak bir delik de yok mu?”
“Kesinlikle. Sonsuz bir mahkûmiyet. Yazdığım zaman varsın, yazmadığımda yok. Şuurunu istersem alırım. Kısaca ben ne istersem o. Dilersem seni zamanda ileri atarım istersem geçmişe yolculuğa.”
“Meydan okuyorsun lakin. Kendine baksan benden zavallı.”
“Haddini bil.”
(…)
“Şimdi. Şimdi şu bahçeye geç. Hanımın, çocukların ve arkadaşlarınla… Ye, iç ve benden gelecek talimatları bekle.”
“Ne yapacağım? Daha doğrusu bahçenin sonu.”
“Sana soru sormak yok demiştim. İster misin şimdi seni bahçe yerine ateşlere atayım.”
“Olmuyor ki, böyle anlamsız. Mana istiyorum. Hayal bile olsam mana.”
“Sen ki bir hayal. Mana diye tutturuyorsun. Seni yazan ben. Mana peşinde olan asıl ben. Ve bakalım, bahçeye gittikten sonra da mana diye tutturacak mısın? Yoksa çevrendekiler mana ile sen arasında perde mi oluşturacak? Görelim.”
“Dilim tutuluyor. Ama sormadan edemem. Sen benim ilahım mısın?”
“Hâşâ… Binlerce kez. Defalarca. Kuldan ilah olmaz. Benim de senin de ilahı bir. ALLAH. Bu yolculuğa da zaten Allah’ı tanımak veya tanıyamayacağımızı anlamak için çıkıyoruz.”
(…)
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.