Taliban Hareketi ile ABD görüşmelerinin dünya tarihini değiştirecek kadar önemli olduğunu söylemiştik. (1) Daha sonra Afganistan tarihini anlatmaya (2) çalışırken sonraki yazıda da Afganistan’ın aktörlerinden Taliban’ı tanıtmaya gayret ettik. (3) Bu yazıda da “El Kaide” üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Yalnız burada akla şöyle bir soru gelmektedir:
ABD kendisine saldırmasına rağmen el Kaide ile değil de Taliban ile neden masaya oturmuştur? Zira el Kaide çatı bir örgüt manzarası çizmektedir. İçlerinde sigara içenleri tekfir edenler mevcut bulunduğu gibi savaşmayan insanları da öldüren kimseler bulunabilmektedir. Hatta haftalık yayınlanan Sancaktar Dergisi aşırı uçlarından dolayı el Kaide örgütünü oldukça sert bir şekilde eleştirmiş ve değişik tepkiler almıştır. Hatta el-Kaide’yi Ümmet-i Muhammed (sav)’in üzerindeki kambur olarak tarif etmiştir.(4) Taliban Hareketi ise savaş ve barış hukukuna tabii olan hareketleri önceden kestirilebilen bir harekettir. Kendisini bağlayan bir fıkıhtan bahsetmektedir. El-Kaide Hareketi’nin ise nerede ne tepki de bulunabileceğini kestirmek kolay değildir. Bu yüzden kendisiyle anlaşmak ve konuşmak oldukça zordur. Buna rağmen El-Kaide’nin özellikle üst yapısının fıkıhtan mahrum olduğunu söylemek mümkün değildir. Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler isimli eserinde bir soruya şöyle cevap vermektedir:
“Önce ‘selef’ ve ‘halef’ kavramları üzerinde kısaca duralım. ‘Halef kelimesinin zıddı olan ‘selef’, önceden yaşayan ve ahirete intikal eden büyükler anlamına gelmektedir. Buna göre her yaşayan insanın bir selefi vardır. “Halef” olan kimse, belirli bir zaman sonra mutlaka “selef” haline gelecektir. İslâmi literatürde selef kelimesinin, belli bir dönemle sınırlı tutulduğunu söylemek mümkündür. (..) İlk üç neslin faziletini ifade eden bu Hadis-i Şerif’in delalet ettiği anlama göre “selef” kelimesi; sahabe, tabiûn ve etbaû tabiûn’u ifade eden bir kavramdır. (…) Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye’nin “Ehl-i Sünnet Kelâmı’nda” yer alan bazı hükümleri eleştirmesi ve “Selef Akidesi” başlığı altında yeni iddiaları ön plana çıkarması “Selefîyye” olarak isimlendirilen hareketin doğmasına vesile olmuştur.
(...) “Selefi çağrı hareketinin kurucusu Şeyh Muhammed Bin Abdülvahhab, Hanbelî mezhebindendi. Böyle okumuş ve eğitimini bu mezhebe göre yapmıştı. Ancak daha kuvvetli bir delil ortaya konulursa, Hanbelî mezhebinin hükümlerini bir kenara bırakırdı. Selefi çağrı hareketi; ayrıntılarda Hanbelî, temelde ise mezhepsiz olan bir harekettir.” (…)
Vehhabilik hareketi; Harici, Mücessime, Haşviyye ve Mutezile gibi fırkalara mensup olan âlimlerin itikadi tezlerini birleştiren ve bu sebeble Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’ten ayrılan bir harekettir. Özellikle iman nazariyesinde, bid’atler konusunda, usûl ve fıkıhta geleneksel Vehhabi usulüne sadık kalmakla beraber; tekfir, siyaset, emr bi’l-ma’rûf ve fiili savaş konularında farklılaşan akıma da ‘Cihadî Selefiyye’ adı verilmiştir. Cihadi Selefiler, ‘Hanbelî Fıkhı’na önem veren kimselerdir.
Vehhabi-Suudi da’vetin 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı topraklarında ayrılıkçı bir hareket olarak ortaya çıktığı ve Arap Yarımadasını ele geçirdiği malûmdur. Bu mücadele esnasında, “Allah yolunda cihat” sloganını kullandığı malûmdur. İbn-i Abidin ‘Reddü’l Muhtar’ isimli eserinde; Vehhabi Fırkası’nın çıkış dönemindeki tavrıyla ilgili olarak, şu tesbitte bulunmuştur: “Vehhabilik, Necd çöllerinde meydana çıkan, Haremeyn’i işgal eden bir harekettir. İbadetleri Hanbelî mezhebine göredir. Fakat kendilerinin müslüman olduğuna inanıp, kendilerine muhalif olanların müşrik olduğunu ileri sürmektedirler. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah görürler. 1233 senesinde Ehl-i Sünnet ordusu Allah’ın (cc) lutfuyla onlara üstün gelip, kahr-û perişan etmiştir” Ondokuzuncu yüzyılın son yıllarında Abdülaziz İbn Suud; Osmanlı Devleti, Şerif Hüseyin’in sülalesi ve Reşid Oğulları ile mücadele ederken, ‘Allah yolunda cihadın farz olduğu’ iddiasını dilinden düşürmemiştir. Bu arada, Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi için ‘Rothschild Hanedanı’ ile münasebetini sürdürmüştür. Yirminci Yüzyılın ilk yıllarında (1912-1913 yıllarında) kurduğu İhvan teşkilatının, söz konusu cihadın ana bünyesini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Ihvan hareketi; Necd kökenli çeşitli kabilelerin mensuplarının (İbn Suud’un emri ve mali desteğiyle) hicre denilen köylere yerleştirilmesi ve bedevilikten iskâna geçirilmesiyle başlatılan bir harekettir. Hicrelerde Vehhabi âlimlerin tedrisatına tabi tutulan bedeviler, meşru imam saydıkları İbn Suud’un açtığı cihat bayrağının altında toplanmışlardır. 1926 yılına kadar süren silahlı mücadele neticesinde, Suudi ülkesini bugünkü sınırlarına ulaştırdıklarını söylemek mümkündür. Sınırları İngiltere mandasındaki Kuveyt, Irak, Ürdün ve Filistin’e dayanınca İbn Suud, fetih hareketini durdurmak zorunda kalmıştır. Fakat İhvan Hareketi’nin reisleri cihadı sürdürmek ve müstevli ‘İngiltere’ ile hesaplaşmak arzusundadırlar. Onlara göre bu farz-ı ayn olan bir mücadeledir. İmamları İbn Suud’un hem “İngiltere Devleti”, hem de Kuveyt veya Mısır gibi ülkelerde iktidarda bulunan “müşrik yöneticilerle” olan diplomatik münasebetlerini (tesis ettiği gizli antlaşmaları) bilmedikleri için, cihada devam etme kararında ısrar etmişlerdir İhvan’ın İbn Suud’un direktifleri dışında Irak ve Kuveyt’e karşı cihadı sürdürmesi ve bunun karşısında İngiltere’nin sert tutumu, İbn Suud ile İhvan’ı karşı karşıya getirmiştir. 30 Mart 1929 tarihi’nde yapılan ‘Sebile Savaşı’ ve ertesi yıl (Ahsa Eyaleti’nde) gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda İbn Suud, İhvan teşkilatını ortadan kaldırmıştır (...)
El Kaide Örgütü, ‘Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’ akıdesini benimseyen ve değişik fıkhi mezheplere bağlı olan müslümanları içinde barındıran bir çatı örgüttür. Vehhabi Fırkası’na mensup olan Suudi âlimlerin, ‘ El Kaide’ye’ savaş açtıkları malûmdur. El Kaide Hareketi’nin online yayın organı olan ‘Savtü’l-Cihâd’ın’ Haziran 2004’de çıkan 20. sayısında örgütün liderlerinden Şeyh Ubey Abdurrahman el-Esçrî, Suudi Kraliyet ailesini “Emperyalist Batı’nın Uşağı” olmakla suçlamıştır. El Kaide Örgütü; başta ABD ve müttefikleri olmak üzere, İslâm topraklarını işgal eden bütün güçlere savaş ilân eden bir örgüttür. Bazı İslâm âlimlerinin ‘El Kaide’nin gerçekleştirdiği şiddet eylemlerine’ fetva verdiği iddiası da doğrudur. Başta Usame Bin Ladin olmak üzere, ‘cihadi selefiler’in değer verdiği âlimlerden birisi olan şeyh Hamûd b. ‘Uklâ’nın fetvası, internet sitelerinde yayınlanmıştır. 2001 yılı sonunda verdiği bir mülakatta Bin Ladin, Hamûd’u “Harameyn’in en büyük âlimlerinden birisi” olarak tanıtmış ve Hamûd’un fetvalarıyla amel ettiklerini ifade etmiştir. 11 Eylül sonrasında verdiği bir fetvasında Hamûd b. ‘Uklâ, ‘Amerika’nın İslam topraklarındaki maddi ve manevi tahribatının bazı âlimlerce görmezlikten gelinmesinin kendisini şaşırttığını’ ifade etmiştir. Onların ABD yanlısı fetvalarında birçok fahiş hatanın bulunduğunu öne süren Şeyh Hamûd, ABD yanlısı âlimlerin ileri sürdüğü gibi, ABD ile Suudi Arabistan veya başka bir müslüman ülke arasında bir antlaşma olmadığını ifade etmektedir. Dolayısıyla müstevli konumda olan ABD hedeflerine yapılan saldırılar ile farz olan cihadı birbirinden ayırmak doğru değildir. ABD devleti, savaş gibi kritik kararları parlamento mekanizmalarında oy çokluğuna veya kamuoyu yoklamalarında çıkan sonuçlara göre almaktadır. Buna göre meclis temsilcilerini oylarıyla seçen ve savaş lehinde görüş bildiren vatandaşlar “muharip”, en azından “kirli savaşı destekleyen” kimselerdir. İslam’a göre kadın ve çocuklar gibi masumların savaş sırasında kasden ve teammüden öldürülmeleri caiz değildir. Fakat hadis kitaplarında yer alan bazı rivayetlerde, bu masumların düşmanla içice bulunmaları ve ayrı muamele yapılmasının imkânsızlığı durumunda öldürülmelerine cevaz verilmektedir. Daha sonra Hamûd, mancınık örneğini vermektedir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) Taif fethinde kullandığı mancınık, bir savaş makinası olarak suçlu suçsuz ayırdetmeden herkesi hedef almaktadır. Müslüman liderler ve âlimler İslam tarihi boyunca bu aracı kullanmada herhangi bir mahzur görmemişlerdir. Bazı klasik fıkıh kaynaklarında ‘mes’eletü’t-teterrüs’ olarak ifade edilen mesele şudur: Eğer kâfirler savaşta müslümanları siper yapmışlarsa İslam ordusunun duraksamadan ve siper yapılan din kardeşlerinin hayatından endişe duymadan savaşa devam etmesi caizdir. Fetvaları neşrinden kısa süre sonra vefat eden Hamûd, ‘El Kaide Hareketi’ni, istilâ altındaki İslâm topraklarını esaretten kurtarma hareketi olarak görmektedir. Suriyeli âlim Abdülmün’im Halime, Filistinli Ebu Muhammed el-Makdisî, Mısırlı Ebû Hamza el-Mısrî gibi âlimler de Hamud El Ukla ile aynı kanaattedirler. Bunlara ilave olarak Suudi Arabistanlı “genç şeyhler”den, Bin Ladin’i İbn Abdülvehhab’ın davasının doğal vasisi olarak gösteren Şeyh Abdülaziz el-Cerbû ve yine Bin Ladin’i “yüzyılın müceddidi” ilan eden Şeyh Ebû Cendel el-Ezdi, Hamûd b. ‘Uklâ’nın talebelerinden Şeyh Ali b. Hudayr ve Şeyh Nasır b. Hamad el-Fahd gibi şahsiyetler, ‘cihadi selefi’ hareketin ilim kadrosunu oluşturmaktadır. (5)
1- http://www.yazete.com/genc-kalemler/ahmet-balki/dunya-tarihi-degisiyor-taliban-abd-gorusmeleri/2469/
2- http://www.yazete.com/genc-kalemler/ahmet-balki/afganistan-abdnin-isgaline-kadar-ki-sureci/2534/
3- http://www.yazete.com/genc-kalemler/ahmet-balki/taliban-ve-abdnin-afganistan-isgali/2555/
4- http://www.timeturk.com/tr/2013/03/07/sancaktar-dergisi-el-kaide-ummet-i-muhammed-in-sirtinda-kamburdur.html
5-…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.