“Antikapitalist Müslüman” olduğunu söyleyen kimselerle Bâtıni itikadı ve Hasan Sabbah Terörü arasında bir bağlantı var mı?
Kur’an-ı Kerim’deki bütün hükümlere “izafi” bir değer veren ve namazı sadece ritüel ilan eden ve zekatı büsbütün iptal eden antikapitalistlerin müslüman olduklarını söyleyemeyiz. Bu seri yazıda Bâtınilik ve Antikapitalist Gayr-i Müslimler ilişkisini izah etmeye çalışacağız. Ama önce Bâtınilik İdeolojisi hakkında bilgi vermeye gayret edelim. Yusuf Kerimoğlu şu tespitlerde bulunmaktadır:
“İslam Dünyasında Sünni görüşün temsilcisi durumunda olan Bağdat Merkezli Abbasi Halifeliği, zaman içerisinde askeri gücünü kaybetmiş ve egemen olduğu topraklarda bazı emirlerin keyfi davranışlarına engel olamaz hale gelmiştir. Abbasilere karşı yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkan Kahire merkezli Şii-Fatimi devleti, kendisine hedef olarak Abbasi Halifeliğini seçmiştir. Abbasi Sultanlarının egemen oldukları toprakları ele geçirmek ve başta mukaddes beldeler olmak üzere her bölgede egemenliklerini tesis etme ihtirasına kapılan Fatımiler, İslam Topraklarını yangın yerine çevirmişlerdir. Fatımilerin desteği ile Sünni halifenin merkezi olan Bağdat’ı ele geçiren Büveyhiler Devleti, ehl-i bidat taassubunun ve fesadının yayılmasına vesile olmuştur. (…)
İslam Dünyasının içinde bulunduğu bu hal ve haçlı tehlikesinin artması, yeni arayışları da beraberinde getirmiştir. Sünni Abbasi Halifesi; hem Şii tasallutundan kurtulmak hem de eski kuvvet ve kudretine kavuşmak için kurtarıcı bir güç aramaya başlamıştır. Sünni halifenin bu çalışmalarına cevap verebilecek yegâne güç, devletlerini yeni kurmuş olan Selçuklu Sultanlığından başkası değildir. Nitekim Abbasi Halifesi, Selçuklulara elçi göndermiş ve onları Bağdat’a davet etmiştir. (…)
Tarih kitaplarında; Selçukluların 1055 yılında Bağdat’a girdikleri, Şii Büveyhiler Devleti’nin egemenliğine son verdikleri ve Abbasi halifesini esaretten kurtardıkları ifade edilmektedir. Bu tarihten itibaren Türkler, hilafete bağlı askeri gücün “belirleyici unsuru” haline gelmiş ve Abbasi Devleti’ni her türlü tehlikeye karşı korumaya başlamışlardır. (…)
Ehl-i Sünnetin muhafızlığını üstlenen Selçuklular, kuruluşlarının daha ilk yıllarından itibaren devletin iki hedefini belirlemişlerdir. Birincisi: İslam Dünyasının iç meselesi olan ve Ehl-i Sünneti ortadan kaldırmayı “resmi ideoloji” haline getiren Şii Fatimi Devleti’ni zaafa uğratmaktır. İkincisi: Hıristiyan Bizans taarruzlarını etkisiz hale getirmektir. Bu devlet siyasetini uygulamaya gayret eden Selçuklular, Sünni Abbasi Halifesi ve onun manevi otoritesi altındaki topraklarda hâkimiyet tesis etmek isteyen Şii Fatımiler Devleti’nin düşmanlığını üzerine çekmiştir. Fatımiler; Şii Fırkası’ndan olan Büveyhiler Devleti’ni desteklemeyi ve Sünnileri köşeye sıkıştırmak için tuzaklar kurmayı ihmal etmemişlerdir. Kahire’de açtıkları “Darul İlim” adlı merkezde Şii propagandacılar yetiştirmeyi ve bunlar vasıtasıyla İslam âleminde Şia Fırkası’nın tezlerini yaymak ve bu yola Fatimi halifelerine bağlılığı temin etmeyi planlamışlardır. Bu temel hedefi gerçekleştirmek için hiçbir masraftan kaçınmamışlardır. (…) Fatımiler zaman içinde propaganda faaliyetlerine yeni bir unsur daha eklemişlerdir: Batini Terörü.
Başlangıçta dini hakikatlerin sadece “masum imamlar” tarafından öğretileceğini savundukları için “Talimiyye” olarak anılan bu itikadi hareket, sonraları hareketin lideri haline gelen Hasan Sabbah’tan dolayı “Sabbahiyye” adıyla anılmış ve onunla özdeşleşmiştir. Hasan Sabbah’ın babası Şia’nın “Oniki İmam” kolu müntesiplerinden olup bazen ilhad, bazen de dalalete düşmekle suçlanmış, bu yüzden de sıkıntılara düşmüş bir kimsedir. Hasan Sabbah, Rey’de dünyaya gelmiş ve babasının terbiyesinde büyümüştür. Burada Batini Mezhebinden olan Emire Zerrab adlı bir şahısla görüşerek İsmaili Mezhebi’nin öğretileri hakkında bilgi almış, Mısır Halifesi Muntasır’ın büyüklüğünü (!) öğrenmiştir. (…) 1076 yılında Mısır’a giden, Kahire ve İskenderiye’de üç yıl kalan Hasan Sabbah, Fatimi Devleti’nin lideri Muntasır’la görüşmüş ve ondan Bâtıniliğe davet izni alarak memleketine dönmüştür. Propaganda çalışmaları için müsait bölgeler arayan Hasan Sabbah, merkezi otoritenin ulaşamadığı İran kuzey kesimlerine, Geylan, Mazenderan ve Deylem bölgelerini “merkez” seçmiş, bu bölgelerde Şii Bâtıni propagandasını yaymak için uygun zemin hazırlamıştır.
Hasan Sabbah’ın liderliğindeki hareket; İran, Taberistan, Kuhistan, Cürcan, Kirman ve diğer bölgelerde hızla yayılmış ve etkin kültür haline gelmeye başlamıştır. Kendilerini Ehl-i Sünnet’in muhafızı olarak gören Selçuklular, bu duruma seyirci kalmamış ve Vezir Nizamülmülk, Rey’deki yöneticiye emir vererek Hasan Sabbah’ın yakalanmasını emretmiştir. Bunun üzerine Hasan Sabbah Rey’i terk ederek Kavzine yerleşmiştir. Hasan Sabbah’ın bu şekilde takibata uğraması onun çalışmalarını rahatlıkla yürütebileceği sağlam mekânlar aramaya yöneltmiştir. Bu düşünce Bâtıniler için vazgeçilmez olan müstahkem kaleler ve fedailer gibi iki önemli esası da beraberinde getirmiştir. Sonuçta aranan yer bulunmuş, Elburuz Dağları üzerinde oldukça yüksek bir tepede bulunan Alamut Kalesi merkez olarak seçilmiştir.
Bâtınilik bazılarına göre Mecusilik, Sabiilik ve Yahudilik gibi dinlerin bazılarına göre İranlıların, bazıların göre Şiilerin meydana getirdiği hareket olup, Müslümanlardan intikam almak için hazırlanan bir projedir. Bu insanlar müslümanlar arasına gizlice nifak sokmak ve İslam’ı yıkmak istemiş, bu yüzden Kur’an ve hadisleri kendi hevalarına göre tevil etmeye ve hakiki manalarından uzaklaştırmaya gayret etmişlerdir. Batiniler, Kur’an’ın ve hadislerin bir zahir, bir de batın manasının olduğu ve bunların ancak Allah tarafından belirlenmiş masum bir imam tarafından anlaşılabileceğini iddia etmişlerdir. Tanrının, imamlarının bedenine hulul ettiğine ve kâinatı onlar vasıtasıyla yönettiğine inanırlar. Bâtınilere göre peygamberler, insanlara farklı emir ve yasaklar getirerek birbirleriyle çelişmişler, güzel olan bazı hususların yapılmasını emrederek insanları fuzuli yükümlülükler altına sokmuşlardır. İslam’ın beş şartını, kendilerine göre yorumlayan Batiniler tevile dayanan sapık bir dini ön plana çıkarmışlardır. Bu sebeplerden dolayı Gazali bu mezhebin dışının Rafızîlik içinin ise tam bir küfür olduğunu söylerken, Fahreddin Razi’nin tespiti şudur: “Bunların maksadı şeriatı iptal ve ilahi tekliflerin tamamını ortadan kaldırmaktır. Münzel kitaba dayanan dinlerin hiçbirisine inanmazlar. Ancak inanmadıklarını gizlerler ve değişik takiyye usullerine başvururlar. Kâfir olduklarını hiçbir zaman açıklamazlar.” Kendi saflarına çekemedikleri insanların öldürülmelerini mubah kabul eden Bâtıniler, tarihin kaydettiği en büyük terör örgütünü ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca Ehl-i Sünnetin âlimlerini “batini ilimlerden nasibi olmayan zahiriler- kabukçular” ilan etmeyi ve onları terör yoluyla susturmayı” iman esası haline getirmişlerdir.” (1)
Bâtınilik ve Antikapitalist Gayri müslimler meselesine değişik başlıklarda devam edeceğiz.
1- Yusuf Kerimoğlu - Fıkhi Meseleler -c. 1 sh. 321-326
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.