ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Milli Görüşçü Esed ve Ebubekir Sifil

Ahmet Balki

01 Haziran 2013 Cumartesi 08:37
  • A
  • A

Milli Görüş çizgisinin Suriye meselesine nasıl baktığı hususuna değinmiştik. (1) Hatta bebek katliamcısı Esed’in de samimi bir Milli Görüşçü olduğunu söylemiştik. (2) O zaman bu sözlerime değişik tepkiler almıştım. Lakin görülüyor ki; Milli Görüş çizgisi ile Esed arasında militan bir kardeşlik söz konusu. Ülkemizde Suriye ve İran etkisi zannettiğimizden daha fazladır ve bu katliamcılar Türkiye’de birçok kalemi, politikacıyı ve gazeteyi para ile satın almıştır.
Milli Gazete’nin 13 yıllık yazarı Ebubekir Sifil, gazetesinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Tek sebebi Suriye’de kadınlara tecavüz edilmesini tepki göstermek ve bebeklerin İran tarafından diri diri yakılmasını eleştirmek. “İnsanım” diyen herkesin yapacağı eleştirilere tahammül edemeyen Milli Görüş Camiası yazarının idamına karar vermiştir. Dedik ya; Milli Görüş Camiası ile İran arasında militan bir din kardeşliği söz konusu. Ebubekir Sifil her namuslu insanın yaptığı davranışının sebeplerini şöyle izah ediyor. Hep beraber okuyalım:

2000 yılında başlayan Milli Gazete yazarlığı serüvenimizin 2013 Nisan'ında sona ermesi üzerine kamuoyunda belli bir hassasiyet oluştu. Benim irademle ve bakışımla/duruşumla örtüşen-örtüşmeyen birçok yorum yapıldı, yapılıyor. Meselenin hakikatini açık ve net bir şekilde ifade etmek kaçınılmaz oldu bu durumda.

Adına "Arap Baharı" denen süreç, Büyük Ortadoğu Projesi'nin metot değiştirerek, daha "soft", "rıza üretimi"ne dayalı, geniş kitleler üzerinden yürütülmeye başladığı döneme damgasını vurdu. Ancak bu gerçeğin bir başka gerçeğin üstünü örtmesine izin vermemek durumundayız: "Arap Baharı" denen süreç hakkında üretilecek yorumların, her ülkenin kendi özel şartları dikkate alınarak üretilmemesi durumunda vahim genellemeler yapmak, dolayısıyla gerçeği yansıtmayan neticelere ulaşmak kaçınılmaz olacaktır.

Söz gelimi Libya ve Tunus'ta yönetimler, Batılı güçlerin açık, doğrudan ve "iştahlı" destekleriyle alaşağı edildi. Bu ülkelerin, başta petrol olmak üzere Batılı güçlerin ilgisini cezbeden potansiyelleri, sürecin bildiğimiz şekilde neticelenmesinde elbette birinci derecede belirleyici oldu.

Ancak mesela Mısır söz konusu olduğunda Batı'nın, Libya ve Tunus'taki gibi açık, doğrudan ve iştahlı desteğinden söz etmek mümkün değil. Mısır'da iktidara gelen İhvan, devrim öncesinden gelen ve devrim sürecinde katlanarak büyüyen ekonomik, sosyal, siyasî… pek çok problemle boğuşuyor ve uzun bir süre bu problemlerle tek başına boğuşmak zorunda…

Batılı güçlerin Libya ve Tunus'a verdiği yakın desteği Mısır'dan esirgemesi elbette son derece anlamlıdır. İktidara gelir gelmez İsrail'i ve Batılıları rahatsız eden politikaları uygulamaya koymakta tereddüt etmeyen İhvan'a bunun faturasını ödetmekte kararlı olduklarını her fırsatta gösteren Batılı güçlerin İhvan'ı "dönüştürdüğünü" söylemenin elbette inandırıcı bir yanı olamaz!

Öte yandan "Arap Baharı" sürecinde Yemen ve Bahreyn'de de halk ayaklanmaları oldu. Başta Mısır olmak üzere süreç içinde iç savaş yaşayan ülkelerin hiç biriyle ilgilenmeyen İran'ın bu iki ülkede yönetim karşıtı bir pozisyon belirlemesi ve isyan hareketlerini desteklemesi konusunda neler söylemeliyiz? Eğer "Arap Baharı" başta sona Batılı güçlerin planlayıp uygulamaya koyduğu bir süreçse İran'ın Yemen ve Bahreyn'de Batılılarla iş tuttuğunu mu söylemeliyiz?
Ve Suriye… Sözün bittiği yer!

Suriye'de halk, yıllardır tepesinden inmeyen demir yumrukla hesaplaşmak için sokaklara döküldü. Süreç bütün dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor. Geldiğimiz noktada Rus yapımı silahlarla Şii katiller karadan, Nusayrî Esed'in İsrail'e karşı kullanmadığı uçakları havadan Suriye halkını katliama tabi tutuyor. Bizse oturduğumuz yerden "Suriye'de kardeş kanı akmasına karşıyız" temcidini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyoruz! Haklı olsak bile bu söylemin son tahlilde kimin işine yaradığını düşünmeyi dahi akledemiyoruz!

Suriye meselesine böyle baktığım için Milli Gazete'de bu doğrultuda yazılar yazdım. Nihayet nisan ayında üstüste yazdığım 3 yazıdan sonra Milli Görüş camiasının tabanından ve tavanından gelen tepkiler arttı. Bu konuda yazmamam istendi.

Önümde iki seçenek vardı: Ya Suriye meselesinde yazmamayı kabul ederek Milli Gazete'de yazmaya devam edecektim veya yazmayı tamamen bırakacaktım. Tereddüt etmeden ikincisini tercih ettim ve 12-13 yıldan sonra Milli Gazete ile yollarımı ayırmış oldum.
Bütün detayların ötesine geçerek şu yalın soruların cevabını dürüst bir şekilde vermek bu ülkede İslamî hassasiyete, tarih şuuruna ve itikat bilincine sahip olduğunu söyleyen herkesin vicdan ve iman borcudur:
1. İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık bakımından ABD-Batı-İsrail troykası ile Rusya ve Çin arasında nasıl bir fark var? Çeçenistan'da bir halkı soykırıma tabi tutan Rusya değil mi? Doğu Türkistan'da bir halkı soykırıma tabi tutan Çin değil mi? Bu iki emperyalist ülkenin elinde de Müslüman kanı yok mu?

2. Nusayrî Esed katilini kayıtsız-şartsız-limitsiz destekleyen İran'ın bunu, Ümmet'i ABD ve İsrail'in zulmünden korumak için yaptığını düşünmek doğruysa, 1979 devrimi esnasında ve sonrasında İran'da katledilen Sünnîler için ne söylemeliyiz?

3. Hizbullah'la birlikte uyduruk bir "mukavemet hattı" söylemi üzerinden, mevhum ve muhayyel ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden İslam coğrafyasındaki etki alanını hızla genişletmekte olan İran'ın asla samimi olmadığını ABD'nin Irak işgali esnasında izlediği tutum yeterince açık biçimde göstermedi mi? İran'ın yanıbaşında ABD 1 milyon insanı katlederken, bir coğrafyayı yağmalayıp kimliğini değiştirirken bu "mukavemet hattı" neredeydi? Bu ne menem bir "mukavemet"tir ki, ABD burnunun dibine kadar sokulduğu halde kılını kıpırdatmamıştır?

4. Bir önceki maddenin son cümlesi yanlış oldu; düzeltiyorum. Bu "mukavemet" kılını kıpırdatmıştır: Irak topraklarında ABD ile birlik olup Sünnî katliamı yapmıştır!! İşin en can yakıcı yanı nedir biliyor musunuz: Şia bütün bu icraatları öyle ustaca kamufle etmiştir ki, ben ve benim gibi tekil birkaç ses bu katliamlara dikkat çekerken "mezhepçi/bölücü" oluyoruz; Şia ise birleştirici oluyor, ümmetçi oluyor! Bunun insafala, iz'anla, firaset ve basiretle bağdaşır yanı var mıdır?

5. Ali Şeriati gibi, Muhammed Hüseyin Fadlullah gibi zatların dikkat çektiği bir gerçek var: "Ali taraftarlığı" anlamındaki Şiilik ile Safevi Şiiliği birbirinden farklıdır. Bugünkü İran'da yaşatılan ve yayılan Şia, "Ali Şiası" değil, "Safevi Şiası"dır. Safevi Şiası'nın diğerinden farkı itikadî, siyasî ve kültürel anlamda ayrıştırıcı, kin ve nefret üzerine kurulu kurgusal bir millî din anlayışına sahip olması ve en az bunun kadar önemlisi, bu tutumu bir "ideoloji" olarak yaşatıp propaganda etmesidir. Bugün Suriye coğrafyasını ateşe veren ideoloji budur ve Ali Şiası nezdinde "heretik" olan Nusayrîlik, Safevi Şiası'nın "kankası"dır. Bütün bu gerçekler gün gibi ortadayken, bugünkü İran'ı bu ümmetin "hamisi" olarak görmek en hafif tabiriyle "gaflet" değil midir?

6. Küresel ve bölgesel problemlerin İran Şiiliğiyle karşılıklı güven ve "kardeşlik" anlayışı içinde çözülmesi ancak bir şekilde mümkündür: Ya Sefevi Şiası tarihî, kültürel ve ideolojik saplantılarından vaz geçtiğine Ümmeti ikna edecek veya Ümmet Safevi Şiası'nın takiyyesine aldanarak onun dümen suyunda yürüme basiretsizliğine düçar olacak! Safevi Şiası itikadından ve ideolojisinden vaz geçmediğine göre Suriye meselesinde İran'ın yanında durmak, ABD ve İsrail'in bölgeyle ilgili projelerinin karşısında durmaktan çok, Safevi Şiası'nın Ümmet'le savaşında Ümmet'in karşısında durmak anlamına gelmeyecek midir?

7. Suriye'de Nusayrî Esed yönetimine karşı savaşan gruplar içinde ideolojisini, siyasetini, ilişkilerini doğru bulmadıklarım var. Selefi çizgiyi benimseyenlerden Batı yanlısı sekülerlere kadar birçok grup Esed'le mücadelede yan yana gelmiş durumda. Esed'in zulmüne karşı çıkmak, Esed'in zulmüne karşı çıkanları desteklemek, otomatik olarak bunları da desteklemek olarak algılanıyor. Bunlar içinde Batı'nın bilhassa destekledikleri de var, kara listeye aldıkları da. Zaten Esed sonrası "İslamcılar"ın iktidarı ele geçirmesinden endişe ettiği için ABD ve Batı Suriye meselesinde ayak sürüyor. Bu durum bütün çıplaklığıyla ortadayken Esed'in karşısında yer almak niçin ABD ve Batı yanında yer almak olsun?

8. Suriye meselesinde tutum belirlerken Suriye'de canını dişine takarak topyekün bir direnç ortaya koyan Müslümanları dinlemek, onların meseleye bakışını esas almak yerine Batı medyasının veya İran'ın dezenformasyonunu esas almanın inandırıcılığı olabilir mi?

9. Suriye'de kardeş kardeşi öldürmüyor; seyrettiğimiz, Müslümanlara karşı içinde yüzyıllardır biriktirdiği kini mazlum bir millet üzerine boşaltan Safevi torunlarının katliamıdır. Kadın-çocuk demeden, cami-hastane demeden, sivil-asker demeden her yeri, her şeyi, herkesi bombalayan, eline geçirdiği insanları en vahşi muamelelerle inleten canavar ruhlu sadistler söz konusu. Hani biz mazlumdan yanaydık, zalim "kardeşimiz" bile olsa?

10. En kötü senaryo, Esed'in gitmesi halinde bunun Batı'nın ve İsrail'in işine yaraması. O zaman safların belirginleşmesini sağlayacak en önemli soruyu soralım: Bizim hariçten gazel okurken gördüğümüzü orada fiilen savaşan Müslümanlar göremiyor mu?

Ve son söz: Ben İran'ın ve Hizbullah'ın ve Rusya'nın ve Çin'in yanında yer almaktansa, Suriye'de canını dişine takmış bir kurtuluş savaşı yürüten Sünnî Müslümanların yanında yer alıyor ve fiilen olamasa da dualarımda onların yanında yer almayı adalete, hakkaniyete, tarihe ve vicdana saygının…

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.