“Allah bir şehri misal yapıyor ki, o şehir güven ve huzur içerisinde bulunuyordu; oraya her yerden bol bol rızık geliyordu. Nihayet o şehir Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da o şehir halkına yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini tattırdı” (1)
İslam kendine mahsus yapısıyla ilk günden bu yana toplumlar üzerinde “medeniyet” inşa etmiştir. Hz. Peygamber (sav) Efendimizin Medine’ye hicreti ile birlikte bu belde de köklü içtimai değişimler meydana gelmiştir. Medine kelimenin tam anlamıyla İslam şehri statüsüne kavuşmuştur. Şehir ve ülke kavramlarına din geldikten sonra bambaşka anlamlar yüklenmiştir.
İslam şehrinin egemen rengi adalettir. Kur’an’da “halkı zalim olan şehir” temasına sıkça değinilmiş ve müslümanlar bu hususta uyarılmıştır:
“Biz nice ülkeleri helak ettik ki, onlara azabımız gece yatarlarken yahut gündüz dinlenirken gelmişti. Azabımız kendilerine geldiği zaman yalvarış ve itirafları ancak şu olmuştu: “Gerçekten bizler zalimleriz.” (2) Bu ve bunun gibi ayetler müslümanların idraklerinde derin izler bırakmış ve fethettikleri yerlerde zulme yer vermemeye gayret etmişlerdir. Bugün hala İstanbul’da Bizans’a ait eserlerin bulunması müslümanların talancı bir zihniyete sahip olmadığını gösteren en önemli delillerden birisidir. Fakat bütün bunlarla birlikte müslümanlar bulundukları kente İslami bir nitelik vermekten çekinmemişlerdir. Eskiden bir kamp görünümü arz eden Basra ve Kufe gibi şehirleri kuran Hz. Ömer(ra) burada İslami bir rengi hâkim kılmıştır. Bu şehrin bir özelliği 636 yılından itibaren nüfusu 30 senede on binlerce artmasına ve mevcut nüfus içerisinde zımmilerin nüfusu kayda değer bir şekilde yükselmesine rağmen şehrin İslami görünümü kaybolmamıştır.
Dinin müslümanları teşvik ettiği en önemli hususlardan birisi “cemaatle kılınan” namazdır. Bu sebeple müslümanlar yeryüzünün tamamı mescid kılınsa bile namazlarını cemaatle kılmak için camide kılmaya özen göstermişlerdir. Şehirlerde yapılan camiler, abdest almak için imar edilen çeşmeler, Cuma Namazı kılmak için tüm şehri kapsayacak nitelikte yapılan “Cuma Mescidleri” her vakit okunan ezanlar şehirlerin İslamlaşmasında önemli roller üstlenmişlerdir.
Ramazan Ayları Ortadoğu’nun baştan aşağı değişmesine vesile olan aylardır. Bu ayda akşam vakitleri şehir hiç olmadığı kadar neşeli ve hiç olmadığı kadar hareketlidir. Teravih Namazından sonra dost meclislerinde oturmak ve İslami sohbetlerde bulunmak şehrin gecede yaşamasına vesile olmaktadır. Camiler bu ayda her vakit doludur. Her müslüman Kur’an okuma yarışmasına katılır. Ramazan Ayı’nın son on günü de müslümanlar için itikâf günleridir ve o günlerde camiler ağzına kadar dolup taşar. Bu ay ve ardından gelen bayram; müslüman şehrin oluşmasına vesile olur.
Misafire ikram etme gibi ahlaki kaidelerden dolayı İslam’ın egemen olduğu diyarlarda herkesin dikkatini çeken husus şehirde var olan “han”lardır. Buralarda yabancılara ikramda bulunulur temiz ve güvenli yerlerde kalmaları sağlanırdı. İslam Toplumunda yolda kalma diye bir olgudan istisnalar olmakla beraber rastlamak mümkün değildi.
Müslümanların şehirlerine İslami damga vuran en önemli unsurlardan birisi de hiç şüphesiz vakıflardır. Müslümanlar vakıflar aracılığı ile şehrin İslamlaşmasına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Hanlar, çeşmeler, camiler, medreseler/okullar, hatta hayvanlara yemlikler hep bu vakıflar aracılığı ile yapılmıştır.
İslam’ın egemen olduğu şehirlerde İslami kurumlarda Orta-doğu’nun İslami renginde önemli katkılar sağlamışlardır. Müslümanların arasında kurulan ve iyiliği emr etmek ve kötülükten de engellemekle yükümlü “muhtesipler” hisbe kurumu altında çarşı-pazarların bile İslamileşmesini sağlamışlardır.
İslam son derece dinamik bir dindir ve gittiği her yerde kendi rengini egemen kılmıştır. Ortadoğu denilen coğrafya da yönetimler İslam dışı olsa bile şehre bakan kimseler orada İslam’ın hâkim yüzünü görebilirler. İstanbul’a kuşbakışı bakan kimsenin ilk dikkat edeceği şey şehrin camileri ve çeşmeleridir. İslam bu coğrafyanın tarihidir, sosyal hayatıdır, kültürüdür kısaca canı ve kanıdır. İslam’ı bu coğrafyadan çıkarıp attığınız takdirde karşınızda sadece demir beton yığınlarını görürsünüz. Burada anlatmak istediğimiz sadece tarihi gerçekler değildir. Anlatmak istediğimiz şey bunun çok daha ötesindedir.
Bu coğrafyayı İslamsız ve onun dinamikleri dışında anlayamazsınız. Bu coğrafya da İslamsız ve onun hükümlerini kapı dışarı atarak yönetemezsiniz. Böyle bir şey yönetmek olmaz. Olsa olsa baskı ve dayatma olur. İslami seçenekleri devre dışı bırakan laik yönetimler, yönetmemiş sadece dayatmışlardır. Artık büyük bir değişim dalgası gelmeye başlamıştır. Laik Hapishaneler yıkılıyor. Mısır’da yıkmamaya çalıştılar ama darbeciler yenilecek. Taksim’de tahkim etmeye çalıştılar ama her tarafından su sızıyor. Kimse inanmıyor laikperestlerin bu ülkeyi yönetebileceğine. Onlar ancak ülkeyi Dersim haline getirirler. Suriye’de şanlı kıyam, İran, ABD, İsrail ve Baas’a rağmen devam ediyor. Afganistan’da Taliban zaferini ilan etmek üzere.
Bu coğrafyada İslam daha son sözünü söylemedi daha... Ve son gülen iyi güler...
1- Nahl Suresi: 112
2- A’raf Suresi: 4-5
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.