Kutsal; üzerine titrenilen değerdir. Aşkın bir değeri vardır. Bu sebeple kutsalın veya mukaddesliğin kaynağı Allah’tır. Zaten zaman ve mekan yalın bir bakış açısı ile mukaddes olamaz. Lakin kendisine mukaddes bir varlığın tecelli etmesiyle mekan ve zaman kutsal olabilir. Yani aslında mukaddes olan Allah’tır. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye güç yetirendir.” (Mülk Suresi: 1) Allahü Teâlâ (cc) “bu zaman veya mekan mukaddestir” dediği anda orası ve o vakit mukaddes bir hale bürünür.
Bütün zamanların ve mekanların birbirlerinin benzeri gibi oldukları doğrudur. Mesela “ Kabe” yapı itibarı ile dünyada birçok yerde olabilir hatta onun bire bir maketi de yapılabilir. Fakat ne yaptığımız maket ne de Kabe’ye benzeyen herhangi bir yapı kutsallık kazanmaz. Mukaddes zaman veya yer dediğimiz zaman üstünlük hiyerarşisini Allah belirler.
Mukaddesliğin hikmeti meselesinde değişik tezler ortaya atılmıştır. Kelime manası lügatte “temiz” anlamına da gelmektedir. Bazı bilginler buna dayanarak Kur’an ve Sünnette beyan edilen mukaddes yerlerin üstünlük sebebinin “o beldenin kafirlerden temizlenmesi” olduğunu söylemişlerdir. Halbuki bu bakış açısıyla mesele baktığımız zaman yeryüzünde “Kudüs” gibi birçok yerin kafirlerden temizlenmediğini görüyoruz. Kaldı ki İslam alimleri kafirlerden temizlenen her yere dar anlamıyla mukaddes sıfatını vermemiştir. Öyleyse şunu bir kez daha tekrarlayalım: İslam’a göre bir yer ve vaktin mukaddesliğindeki tek ölçü Allah’ın beyanıdır. (Pek tabii ki Allah’ın her hükmünde bir veya birden çok hikmet mevcuttur.)
İslam’ın mekân ve zaman tasavvuru materyalist karakterli değildir. Zira seküler paradigmada dünya hayatın amacı ve yegâne durağıdır. İlahi manada kutsallık söz konusu değildir. Ama İslam’ın bakışında dünya Allah’ın olduğu gibi ondaki bazı mekanlarda Allah’ın tayin etmesiyle mukaddes ilan edilmiştir. Nitekim şöyle buyrulmuştur: “Hani (Musa) bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: "Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösterici bulurum."Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa." "Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın." (Taha Suresi: 10,12)
Görüldüğü gibi “mukaddes mekân” anlayışı bir realitedir. Ve bu realitenin sahibi de Allah’tır. Kutsal mekânlar genelde tevhidi davanın merkezleridir aynı zamanda… Bu durum insanın dünyayı anlamlandırması ve hayatının rotasını tayin etmesi açısından oldukça önemlidir. Çeşitli hadislerde “Hacc” için Kâbe’yi ziyaret edenlerin bütün günahlarının bağışlanacağı söz konusu edilmiştir. Bu anlamıyla kutsal mekânlar bize Allah’ı hatırlatma ve yaşama irademizi diri tutmak adına adeta işaret taşlarıdır.
Kutsal mekân icat edilebilir mi? Bu soru özellikle günümüz açısından önemli. Bugün insanlar üzerinde tahakküm kuran ideolojiler de belirli bir mekâna (anıtlar, meclisler vs.) kutsallık atfetmektedir. Lakin bu kutsalların meşruiyetini aldığı alan kutsal olmadığı için mukaddes olarak tanınamaz. Yine de bu durum batıl da olsa din ve ideolojilerin kutsal mekân anlayışına ihtiyaç duyduğunu ele vermektedir. Zaten bir söz vardır. “Şeytan Allah’ı taklit eder.” Şimdi gelelim vatana…
Vatan kavramı; yerleşme yeri, belde ve kavmin konakladığı, ikamet ettiği yer olarak tarif edilir. Bir kavramın lügatlerde masum bir anlam ifade etmesinin fazla bir anlamı yoktur. İktidarı elinde tutan güçler tıpkı şeytan gibi doğru üzerine yanlışı bina etmekte oldukça mahirdirler. Zira vatan kavramı, günümüzde siyaset biliminin ve sosyal hadiselerin anahtar terimlerinden biridir.
İnsanları genelleme yaparak bir arada tutmak için gerekirse duygusal bir argüman yeri geldiğinde “ya sev ya terk et”çilerin yaptığı gibi zorbalık aracı olarak kullanılan vatan kelimesini sorgulamak siyasi ve sosyal hadiseleri anlamak için zaruridir.
İslam Dinine göre vatan kavramını ifade edebilecek anahtar kavramlardan birisi “Dar” kavramıdır. Dar kavramı tıpkı vatan kavramı gibi bulunulan yer, yerleşme yeri gibi manaları ifade etmekle birlikte itikadi, siyasi, fıkhi ve sosyal manaları da ifade eder. Bütün muteber fıkıh kitaplarında “Darul İslam, Darul harb, Daruş Şirk” gibi kavramlara yer verilir. İslam’a göre dar kavramı ile din kavramı arasında birebir bir ilişki vardır. Nitekim Kur’anı Kerim’de bu hususta şöyle buyrulmuştur:
“Niye Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz, bizi şu zalimlerin yaşadığı beldeden çıkar, bize katından bir kurtarıcı, kendi katından bir destekçi gönder" diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.” (Nisa Suresi: 75)
Hiçbir insan hangi kavimden doğacağını veya nerede doğacağına önceden karar vermemiştir. Bunlar Allahü Teâlâ (cc)’nın takdiridir. Esasen bir insanın doğduktan sonra kavmini değiştirmesi de mümkün değildir. İnsanın doğduğu yere kalbi bağlarla bağlanması da tabiidir. Fakat bir müslümanın dini ile içinde yaşadığı vatanın gerekleri çeliştiği zaman dinini tercih etmek zorundadır. Nitekim Allahü Teâlâ (cc) bu konuda bizlere şöyle bir misal vermektedir: “Eğer onlara "canlarınızı feda ediniz " ya da "yurtlarınızdan çıkınız " diye emretmiş olsaydık, pek azı dışında, bunları yapamazlardı. Oysa eğer onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, bu haklarında hayırlı ve güvenceli bir tutum olurdu. O zaman onlara tarafımızdan büyük bir mükafat verirdik. Kendilerini kesinlikle doğru yola iletirdik.”(Nisa Suresi: 66,68) Dolaysıyla İslam’a göre vatan sevgisi ve görevi din ile doğru orantılı olursa vardır yoksa yoktur. Bölme ve bölünme gibi sendromlar ile üzerinde yaşadığımız toprakların siyasi yapısını hep beraber düşünmek zorundayız.
Bölünme korkusu ile hakların zayi edilmesini asla bir araya getiremeyiz. Getirdiğimiz takdirde bugün de yaşadığımız gibi ortaya korkunç bir vahşet çıkar. Kürtlerin haklarını salt bölünme korkusu ile yasaklamak belki bölünmekten bile kötüdür. Zira bu vesile ile haksızlığı meşru hale getirmiş olursunuz.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.