Stratejisyen Calvon Clausewitz, “Savaş Üzerine” isimli eserinde; “Taktik, askeri birlikleri muhabereler için, strateji ise muhabereleri nihai savaş için kullanma sanatıdır” tespitinde bulunmuştur. Savaş stratejilerinden anlayanların ortak tespiti şudur: “Hangi askeri birliğin küçük muharebede hangi ölçekte kullanılacağının tespiti bu muharebelerin neticesi savaş ile ilgili bir hedef belirlemesi ile yapılabilir. Bu çift yönlü bir ilişkidir. Stratejik yönelişini belirlememiş bir ordunun birbirinden bağımsız küçük muhaberelerde tek tek başarılar kazanması savaşın nihai kaderini belirleyici olamaz. Aynı şekilde stratejik yönelişi teorik olarak ortaya koymuş olmakla birlikte bu yönelişin küçük muhabereler şeklindeki taktik altyapısı kurulamamış olan bir ordunun da başarılı olması mümkün değildir.” Fakat taktik ve stratejilerden öte bir savaşta en önemli belirleyici unsur, insanlara sunacağınız düzendir.
Savaşları sadece güç ile veya taktik ve stratejik adımların uyumu ile kazanılacağını zannetmek “şeytanın” bile düşmediği bir yanılgıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “O vakit şeytan, kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: “Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum” demişti. Fakat iki ordu karşılaşınca ardına dönüverdi ve: “Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah’tan korkarım. Öyle ya, Allah’ın cezalandırması çok şiddetlidir” dedi.” (Enfal Suresi: 48) Tefsir kitaplarında şeytanın; “ben sizin göremeyeceğiz şeyleri görüyorum” şeklindeki sözünün melekleri görmesi üzerine söylediği rivayet edilmiştir. Elbette melekleri görmesi önemli bir hadiseydi. Ama şeytan şunu da görüyordu: Mekke Müşrikleri bir çapulcular ordusuydu ve karşısında bulunan insanların inandıkları bir düzen vardı.
Lafı Esed’in “Rojava’daki Kürtlerle kurmak istediği ittifaka” getirmek istiyorum. İlk önce Milliyet Gazetesi’ndeki haberi beraber okuyalım: “Ayaklanma öncesi Kürtler'e vatandaşlık hakkı bile vermeyen Esed, savaşın en kritik döneminde Kürtleri yanına çekmek için yeni taktikler uygulamaya başladı. Suriye muhalefeti, 2. Cenevre konferansına hazırlanırken ülkenin kuzeyini denetim altında tutan Kürtler, Suriye Ulusal Konseyi ile ittifak şartlarını açıkladı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ise Kürt Milletvekili Ömer Ose aracılığıyla Suriye'deki Kürtlere haklarını vermeye hazır olduğunu iletti.”
Esed’in ve İran’ın anlamadığı husus şu: Bu bölgede Humeynizm ve Sosyalist Baas yönetme kabiliyetini kaybetti. Hatta coğrafyadaki tüm ideolojiler yönetme kabiliyetini kaybetti. Ne demek istiyorum. İlk önce şu ayeti beraber okuyalım:
“Hani bir zamanlar, “Ey Musa!.. Biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” dediniz. O da size: “O üstün olanı aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır” dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet, öyle oldu, çünkü Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet, öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara Suresi: 61)
Müfessirlerin tamamı ayette İsrailoğulları’nın çeşitli yemek isteklerinin kınanmadığını yalnızca Firavun zamanındaki gibi kölelik düzenine yönelik hatıralarının canlanmasının eleştirildiğini beyan ederler. Bu istek varken İsrailoğulları çölde yaşıyor ve yemek için kimseye boyun eğmiyorlardı. Yemekleri gökten kendilerine veriliyordu. Bir anlamda çölde ruhları tedavi oluyordu. Lakin çok büyük kısmı dayanamadı ve kölelik düzenine geri döndüler. Anlaşılmıştı ki, bu nesil tedavi olamayacaktı. Ama sadece bir nesil… Aradan kırk yıl geçtikten sonra yeni gelen nesil kölelik ruhundan arınarak Allah’a kulluk şerefine nail olmuşlardır.
Humeynizm, Baas, Kapitalizm, Komünizm veya Kemalizm İdeolojisiyle bir nesli jakoben yöntemlerle belki idare etmek mümkün oldu. İnsanlar nice eziyetler, Dersimler, Hamalar ve Halepçeler yaşadı ama artık bütün dünya bu bunalımdan çıkmak istemektedir. Mesele sadece bir demokrasi meselesi değildir. Yeni bir anlayış ve insanları idealize eden bir paradigma meselesidir. Türkiye’den örnek verelim.
2001 Krizinden sonra Türkiye Gemisi duvara toslamıştı. Bunu gören “devlet aklı” yeni bir çıkış yolu bulmak ve geminin devrilmeden değişime gitmek için harekete geçti. 2002 Yılında AK Parti’nin iktidara geçmesiyle birlikte devletin bütün kademelerinde değişim gözlendi. Lakin bunlar yapılırken bir şey unutuldu. İnsanlara yeni ve yaşama sevinci veren paradigma inşa edilemedi. 2013 Gezi Hadiselerinde görüldüğü gibi gençler derin bir boşluğa düşmüştü. İslamcı çevrelerde fazlasıyla iktidara eklemlendiğinden gençleri heyecanlandıracak, gerekirse meydana dökecek hiçbir harekete imza atamadılar. İnanın hükümet başörtüsüne serbestlik vermeseydi de İslamcı Çevreler, hükümeti sıkıştıracak hiçbir harekete imza atmayacaktı. 10 yıllık iktidar döneminde bir yanda insanlara “Balyoz” gibi çöken Kemalizm ortak değeri aşınırken yerine hiçbir değer inşa edilemedi.
Tabandan değişimi göze alamayan her güç iki türlü değişimi esas almak zorundadır. Birincisi; suikast ve terör eylemleri… İkincisi ise Anayasa… Türkiye’de “anayasa” değişirse her şeyin değişeceğini zanneden bir siyasi gelenek mevcuttur. Ama Türkiye, yeni anayasa da yapamamaktadır.
“Yeni Osmanlıcılık” anlayışı gerçekçi midir? Türkiye’nin Suriye’ye teklifi açık… Tüm tarafların ortak olduğu bir meclisin oluşması ve demokratik düzenin kurulması. Burada sihirli bir kavram olan demokrasinin her kapıyı açacak bir maymuncuk olduğu zannediliyor. Halbuki demokrasi nötr bir kavramdır. Sadece iktidarın nasıl teşekkül edeceği ve devredileceği konusunda bize bir ufuk verir. Bunun dışındaki sözler sadece propagandadır. Önemli olan devletin paradigması nasıl oluşacaktır.
Türkiye’nin büsbütün paradigma inşa etme faaliyetlerinden uzak olmadığını söylememiz lazım. Ama faaliyetlerin tamamı “taktik” adımlardan başka bir mana ifade etmemektedir. Çözüm Süreci neredeyse tıkanmış durumdadır. Türkiye yeni bir düzen kurmak zorundadır. Atılan taktik adımlar, gerginliği azaltmamakta hatta daha büyük gerginliğe sebep olmaktadır. İyi ama Türkiye bölgesine göre “istikrar adası” şeklinde sözler söyleyenler olabilir. Bu görüntü bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü görüntünün altında yatan gerçek sadece Erdoğan’ın kararlı duruşu ve karizmasıyla alakalıdır.
Türkiye bir an önce yeni bir sayfa açmalıdır. Gerginlikleri biraz olsun yatıştırmanın yolu “hukuki” rahatlıktan geçmektedir. Ülkedeki yargı ihtilafları çözmek yerine daha da gerginleştirmektedir. Anadilde eğitim hakkı verilmesine rağmen Güneydoğu’da gerilim azalmamıştır. Çünkü yargının elinde olan insanlar ve aileleri diken üstündedir. Ama ne yazık ki, Hükümet seçime kilitlenmekte ve Başbakan’da kendisini Cumhurbaşkanlığına angaje etmektedir.
Esed, taktik adımlarında başarıya ulaşır mı? Hayır!.. Ağzıyla kuş tutsa başarıya ulaşamaz. Sadece atacağı adımlar, ülkede daha çok kan akmasına vesile olur. Ama kader hükmünü icraya devam eder. Gün taktik adımlar günü değildir. Gün paradigma inşa etme günüdür!.. Türkiye’de enerji birikmesi devam etmektedir ve bir kere patlarsa bu yangın sönmez…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
- - serkan KUYUCU:23 Ekim 2013, Çarşamba 17:00