Şubat 2001 yılıydı, sabah uyanmış rutin kahvaltımızı yapıyorduk. Babam başı iki elinin arasında hiç konuşmadan bekliyordu. Ne yemek yiyor ne de bizimle konuşuyordu. Anneme baktım o da hiç bir şeyden haberdar değil gibiydi. Bir süre böyle geçtikten sonra babam başını kaldırıp, kendince aldığı kemer sıkma politikasını anlatıyordu. Hemen arkasından da anneme bakıp ‘Tamam mı hanım?’ deyince anladık ki olay ciddi bir boyutta. Meğer ülkede devalüasyon diye bir şey olmuş. Tam hatırlamıyorum ama 200-300 mark borcu olan babam, Alman Markı’ndaki bu sıçrayıştan dolayı karalar bağlamıştı. Ya yüzbinlerce, milyonlarca Mark ve Dolar karşılığı iş yapanlar? Düşünmek bile istemiyorum...
Bu da zaten rahmetli Ecevit’in sonu oldu. Halkımız bir kahraman arıyordu. Bütün yolsuzluklardan, hırsızlıklardan, faili meçhullerden ve yoksulluktan onları kurtarabilecek; gerek duruşuyla gerekse söylemleriyle halka güç verecek birisi gerekiyordu. Halkımızın tekrar doğrulmaya ihtiyacı vardı. Birisi vardı ama gel gör ki hapiste. Önceden tedbir alınmış ve çoktan bir şiir bahanesiyle hapse atılmıştı bile. O içerdeyken de diğerlerinin bir şey yapma şansı pek görünmüyordu. Halka çözüm üretmek yerine boş konuşarak halk ne kadar kandırılmaya çalışıldıysa da milletimiz buna pek taviz vermedi. Kendi öz saplantılı tabanları haricinde darda olan hiç bir vatan evladından oy alamayanlar, 10 yıllık büyük bir hezimetin temellerini o dönemde atıyorlardı aslında. Türkiye’nin en temel sorunları arasında gösterilen enflasyon, işsizlik ve terör bu dönemde şaha kalmış; hiç bir şey üretemeyen Türk devleti tamamen dışa bağımlı bir hale getirilmişti.
Böyle daha (abartmıyorum) yüzlerce sayabilirim. Ele yüze bulaştırılmış bitmemiş yollardan, ülkemin doğu bölgelerine götürülmemiş elektrik ve sudan, Alevi-Sünni kavgasını kızıştıranlardan, tüm Kürt kardeşlerimizi PKK’lı diye zan altında bırakanlardan, bankları hortumlayanlardan ve daha niceleri. Bu arada meğer ülkemizdeki devlet sayımız bir elin parmaklarını geçiyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, YÖK, Yargıtay, Ordu ve TBMM. Çankaya’yı ve bir de buna varlığını sonradan öğrendiğimiz jitemi de ilave edersek bilmediklerimizle iki elin parmaklarını bile geçme ihtimali vardı. Ne büyük tesadüf ki bu devletlerin arasında en az söz sahibi olanı, halk tarafından seçileniydi. Her yasa engellenebilirdi, birilerinin isteyip istememesine bağlıydı. Hatırlarsınız Çankaya’dan dönen düzenlemeleri veya diğerlerinin iptal ettiklerini. Ülkemiz belki bugünkü saygınlığına bundan 5 yıl önce gelecekti. Engel olundu. Peki bugün neredeyiz?
Adalet ve kalkınma partisinin resmi web sitesinden çoğunu bildiğimi düşündüğüm icraatlarına bir bakayım dedim yazıma başlamadan. Bir de PDF olarak bilgisayarıma indirip elimin altında bulundurayım; somut fikirlilerle tartışma hasıl olursa kullanırım mantığıyla. Yanlışlıkla yazıcıdan çıktı almak isteyince fark ettim. 130 sayfa. Şöyle bir satır başlarına göz gezdirdikten sonra anladım ki benim bildiklerim aslında devede kulak misaliymiş. Yazacaklarımı tek tek araştırdım başlamadan sakın yanlış anlaşılmasın. Doğru mu değil mi diye, göz boyama olabilir mi diye.
Ekonomiden başlayayım, hepimizin malumu olan enflasyonun tek haneli rakamlara düşmesi ile halk rahat bir nefes aldı. Paradan altı sıfır atılırken, bu iktidarın sonu olacak diye borazanlar çalınıyordu. Sonuç ekonomik bir zaferle sonuçlandı. Dövizdeki dalgalanma son bulurken, ülkeye giren yabancı yatırımlara büyük bir ivme kazandırıldı. Bunu da engellemeye çalışanlar borazanı bırakıp eline zurnayı aldı ve bu sefer ülke satılıyor denilmeye başlandı. Sonuç yine fiyasko. Ülkenin gidişatına vurulmaya çalışılan her darbe sonuç getirmese de süreci yavaşlatıyordu. Bütün bunlara rağmen Türk ekonomisi dünyanın 16.ncı büyük ekonomisi haline geldi. IMF’ye İsmet İnönü ile başlayan boyun eğme süreci son buldu. Türkiye ekonomik anlamda dışa bağımlılığını bitirme noktasına geldi. Devleti borçla devralan hükümet, bir kaç yıl sonra kasasında 75 milyar dolar olduğunu gururla açıklayabiliyordu. Bununla da kalmadı ne kadar borcumuz var haberlerinin yerine ne kadar alacağımız var bildirimleri yapılır hale geldi. IMF’ye borç verilmesi olayına hiç girmiyorum bile. Tüm bu dönemde bir de uluslararası kiriz atlatılmış ve teğet geçme muhabbetini dalgaya alanlar balon misali şişip kalmışlardı. Bütün bunların sonucunda büyüme oranları açıklandığında Avrupa’nın en hızlı büyüyen devleti haline geldik.
Gelecek hafta özelleştirme ve diğer gelişmelerle devam etmek dileğimle bitirmeden önce, Sydney’de ders aldığım bir profesörün ‘Avustralya’nın ekonomik sorunlarından kurtulması için Türkiye’yi örnek alması gerekiyor’ sözünü söyletenlere teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
İyi ki varsınız, haftaya görüşmek üzere...
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.