Bir Müslüma’nı vatanı, İslam’ın hüküm sürdüğü yerdir…
Dünyaya ve bedensel ihtiyaçlara bağlı olarak özgür olmak ve özgürlük için dünyayı ve bedensel ihtiyaçları aşmak lazım. Tasavvuf, bedenin taleplerinin göz ardı edilmesi ve.nefsin beklentilerinin tamamen terk edilmesi demektir.
Nefis düşmanı sizin hiç hesaplayamayacağınız bir yerden de size saldırabilir. Binde bir ihtimâl olsa da ona dikkat etmek gerekir. Önem vereceksin. Eyvah dememek için bütün tedbirleri akl-ı selim ile alacaksın.
Hani derler ya, “Su uyur düşman uyumaz.” Su da uyumaz, nefis düşmanı da hiç uyumaz. Düşmanı yendiğimiz zaman serhatlara bayrağımızı çekeriz. Nefis düşmanını da yendiğimiz zaman gönül kalesine tevhid bayrağını çekeriz. İşte o zaman kendimizde Allah ve Resûlü’nü söz sahibi etmiş oluruz. Nefsî mücadelede muzaffer olabilmek için mürşid-i kâmilin telkin ettiği zikrullah, rehberimiz olacaktır inşallah!
Balık burcunu bu yüzden çok seviyorum.din konusunda balık en iyi burç. Allah' a ulaşmak isteyen doğal bir içgüdüsü var.Ve bakınca dünyadan en sıyrılmış burç da o. Ego kavramından, gösterişten, zevklerden , en uzak burç. çünkü o derinleşmek istiyor. Kendini aşmak ve ruhunu özgür bırakmak ve gerçek vatana, ahret yurduna ulaşmak peşinde.
Herşeye sezgisel bakıyor, duygularıyla yaklaşıyor. Çünkü bir mana arıyor ve bulamadığı zamanlarda da acı çekiyor. Hatta balık bu yüzden iradesiz. Bu bir tür dua sayılır.Yani "Allah'ım beni hakikate ulaştır"…
Bir de zahiri anlamda vatanseverlik;
Unutmayalım ki Evliyaullah gibi mübarek insanlara saygılı ve onların sayısını çoğaltan toplumlar da gönül gözünü elde etmiş bir kitledir ve böyle bir kitlenin gücü önünde hiçbir güç dikilemez.
Türk milleti olarak uzun asırlar boyu hep bu gözle hayat sürdük ve hükmettik. O yüzden, önümüze çıkmaya cesâret eden bulunmadı.Alparslan’da o göz vardı;Osman Gazi’de o göz.. Yûnus’da aynı göz vardı. Onları Yûnus yapan,Osman Gazi ve Alparslan yapan da birer gönül sâhibi ulu kişiydi.Topluma onlar yön veriyordu ve hâl böyle olunca toplum da, o toplumun önderleri de ölçü dışına çıkamıyorlardı. Maddî ve mânevî bütün fetihlerimizi hep bu gözün görüşüyle kazanmıştık. Sinan, taşları böyle yontmuş..Âkif,milletimizin ıztıraplarını gene aynı gözle teşhîs etmişti.
Çok zaman var ki; bu, kararmasına imkân olmayan gözü, biz karartmaya muvaffak olduk. Bunu nasıl becerdik diye; biz hâriç yedi düvel şaşkın!
Hani o gönül sâhiplerinin gözüyle bakmaya hevesli önderler? Nerede mânâ fâtihlerinin ayak tozuna yüzler süren kahramanlar? Mevlânâ’lara, Itrî’lere, Dede’lere vurgun serdengeçtiler nerede? Sayısız güzelliği nasıl bu kadar ucuza harcadık ve neden neleri kaybettiğimizin bile farkına varmayacak derecede kendimize yabancılaştık?
Osmanlı’nın yıkıldığı yıllarda Libya-Tunus coğrafyasında Senusî şeyhleri işgalcilere karşı mücadele etmiş, buradaki savaş kaybedilince, mücadeleden vazgeçmeyip Suriye’ye, oradan da Antep’e, Urfa’ya kadar gelip halkı mücadeleye çağırmışlardır. Bunun öncesinde, 93 Harbi diye bilinen savaşta Şeyh Abdurrahman-ı Tağî k.s. hazretleri halkı Ruslara karşı mücadeleye çağırmış, bu maksatla mektuplar yazmış ve kendisi de bizzat savaşmıştır.
İki misalle mevzuyu bitirelim. Birinci Dünya Savaşı patladığında, Rusların memlekete girmesi ile şehirler, köyler boşaltılmıştı. Ruslar Kars’ı ele geçirmişler, Muş ve Bitlis’e kadar dayanmışlardı.
Sâdât-ı Nakşibendiyye’den Muhammed Diyauddin k.s. hazretleri evini Norşin’den Garzan bölgesine taşır. Bir sabah evinden tam bir savaşçı gibi giyinmiş halde, elinde tüfeği dışarı çıkar, atına biner. Bunun üzerine kardeşleri, halifeleri, müritleri ve ağalar kendi aşiretlerini de getirerek Hazret’in yanında savaşa katılırlar. Halifelerinden biri de Ahmed Haznevî hazretleridir.
İlk olarak bir köye saldıran Rusların önüne çıkıp köye girmelerini engellerler. Bu çarpışmalarda Muhammed Diyauddin hazretleri büyük kahramanlık göstermiştir. Kaynaklarda anlatıldığına göre, Muhammed Diyauddin hazretleri savaş boyunca iyice yorgun düşünceye kadar savaşır, daha sonra geri gelir ve mutlaka kendi kardeşlerinden birini gönderirmiş. Bir çarpışmada Hazret’in kardeşleri Muhammed Said ile Eşref şehit olurlar. Osmanlı’nın nizamî orduları ile beraber savaşıp Bitlis’ten Rusları çıkarırlar. Daha sonra Muş ve Norşin’den de Ruslar çıkarılır. Dönemin padişahı Sultan Mehmed Reşad tarafından, Hazret’in savaştaki hizmetlerine karşılık iki berat gönderilir.
İkinci misalimiz, Türkiye’nin kurulduğu yıllardan… Osmanlı sonrası Suriye, Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Yine Sâdât-ı Nakşibendiyye’den olan Ahmed Haznevî k.s. hazretleri halkı emperyalist güçlere karşı daima uyanık olmaya çağırıyordu. Vatanseverler Fransız kuvvetlerine karşı baş kaldırınca, işgal kuvvetleri komutanı adamlarından birini Şeyh Efendi’ye göndererek görüşmek istediğini bildirir. Komutan, yanına gelen Ahmed Haznevî hazretlerine: “Ey şeyh! Seni çağırmamın sebebi şudur. Direnişçilere karşı bize destek vermenizi istiyoruz. Eğer bize destek verirseniz ne isterseniz size verir ve bu ülkede kaldığımız sürece her istediğinizi yaparız.” der.
Ahmed Haznevî hazretleri şöyle cevap verir: “Benim imanım, sizi müslüman kardeşlerime karşı desteklememe engeldir.” Bunun üzerine komutan, “O takdirde sana daha önce verilmiş olan Haseviye köyünü geri alırız!” diyerek tehditkâr bir eda ile konuşur. Ancak Ahmed Haznevî k.s. hazretleri bu tehditlere aldırış etmez. Bu tutumundan ne taviz verir ne de işgalci komutana boyun eğer.
Bunun üzerine Fransızlar onu Tıl-ma’ruf’un güneyine sürgün gönderirler. Orada da hiçbir şeyden çekinmeden aynı mücadelesini sürdürüp halkı irşad etmeye, uyanışa davet etmeye devam eder. Yöredeki halkın çoğu gelip ona intisap eder. Buradaki durumun daha tehlikeli olacağını düşünen Fransızlar geri dönmesine izin verirler. Haseviye’de mücadeleye devam edince bu sefer Deyrizor’a sürgün edilir. Burada da halk akın akın onun yanına gelir. Fransızlar tekrar geri göndermek mecburiyetinde kalırlar. Daha sonra bir kez daha sürgün edilir. Ahmed Haznevi k.s. hazretleri sadece emperyalist güçlere değil, halka zulmeden ağa ve haramilere karşı da mücadele etmiş ve halkı korumuştur.
Bir keresinde Irak devleti, Sincar bölgesindeki Yezidileri bombalamak için uçaklarını gönderir, onlar da Tıl-ma’ruf’a sığınırlar. Ahmed Haznevî hazretleri müritlerine şöyle emreder: “Memleketlerine dönünceye kadar bu insanlara ikram ve iyilikte bulunun, onların maddi ihtiyaçlarını karşılayın.”
İşte Allah dostlarından buna benzer misaller anlatmakla bitmez. Onlar asla tembellik, teslimiyetçilik, boşvermişlik hali içinde olmamışlar, hiç kimseye böyle bir telkinde de bulunmamışlardır. Aksine onlar hiçbir durumda Allah’tan ümidini kesmemiş, her halükârda sabır ve şükür ve mücadele halinde olmuşlardır.
Onların yoluna dair konuşanların insaflı davranmaları, Hak erlerine bühtandan kaçınmaları; yola bağlı olanların da büyüklerin azim ve mücadele ahlâkını örnek almaları gerekir.
Selam Ve Dua İle
Arif Akdaş..
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.