Kaptan-ı Derya Osmanlı’da donanma komutanlarına verilen bir ünvandı. Osmanlı imparatorluğunun deniz aşırı topraklarının genişlemesinde ve Akdeniz kıyılarındaki fetihlerin çoğalmasında etkileri büyüktü. İmparatorluğun “deniz eyaletleri” diye adlandırılan Cezayir, Tunus, Trablusgarp ve Akdeniz adalarını kendi insiyatiflerinde, ya doğrudan ya da denizci paşalar sayesinde kontrol altında tutarlardı. Kaptan-ı Derya; Donanmanın ve Tersanenin en büyük amiriydi, en kıdemli paşasıydı. Aynı senin Fenerbahçe’de oynadığın yıllarda tüm taraftarların kalbini fetheden büyük bir Kaptan olduğun gibi.
Bıraktığın sevgi, yaşattığın duygular Sarı Lacivert renklerin kendilerinde “aşk” demek olduğunu bilen taraftarların kalplerinin yarısına “FB” ’yi, diğer yarısına da “Alex” ‘i yazdırmıştı Çubuklu’yu onurla ve gururla taşıdığın yıllarda. Sana olan sevgi; “Fenerbahçe” diye isimlendirilen o tarifsiz aşkın, 12. Adamın kalplerine yansımasıydı adeta. Her ne kadar gidiş şeklin Fenerbahçe’nin şanına ve vefa duygusuna yakışmasada, bilmelisin ki sen “Sarı Lacivert Aşkın” zirvesindeki adamsın senin gibisi gelene kadar bir daha. Hoş o da ne zaman teşrif eder bilinmez……..
Yazının başına ismini bilerek koymadım. Futbola kalbini verenler biraz merak etsinler istedim. Sorsunlar istedim yazıyı okumadan önce kendilerine, sorgulasınlar istedim “kim bu Kaptan-ı Derya?” diye. Meraklansınlarda, senin olduğunu anlayınca nefessiz okusunlar hikayeyi diye düşündüm kendimce. Çünkü seni sadece Fenerbahçe’ye gönül verenler değil, futbola gönül veren herkes büyük bir keyifle izlemişti Memleketimde olduğun dönemde. Senin yalnızca gollerine değil; karakterine, iyi bir aile babası ve eş olmana, işine ve rakiplerine olan saygına, liderlik vasıflarına, saha dışında da aynı saha içindeki gibi Sarı Lacivert’i temsil edişine, profesyonelliğine, çocuklarına kültürümüzü öğretmendeki samimiyetine, Atatürk’e olan sevgine, Ay Yıldız’ı üzerinde taşımana, şehitlerimize olan hassasiyetine hayran olmuştu futbola sevdalanan herkes.
“Madem mektup yazıp hasret giderecektin benimle, o zaman niye bu kadar bekledin?” şeklinde sitem edebilirsin bana. “Bilmem, belki de doğru zamanı bekledim galiba” diye cevaplarım seni sanırım. Futbolun yaşadığımız trajiedilerinden kurtulup biraz nostalji yapayım istedim seninle. Hala düzlüğe çıkmayı beceremedi Türk Futbolu. Sahaya inen taraftarlardan sıkıldım. O taraftarların kendi oyuncularına saldırma gayretlerinden adeta dondum kaldım. Yapılan abuk subuk hakem hatalarından bıktım. Son maçda “hakem hatası mı kural hatası mı?” kararsızlıklarını dinlemekten usandım. O maçın hemen sonunda MHK Başkanı’nın kendi kurullarıyla konuşmadan basına demeç vermesinden hayıflandım. TFF Başkanı’nın; “şike süreci bizim için bitmiştir. Ancak UEFA’dan her hangi bir talimat ya da uyarı alırsak gereğini yaparız” sözlerinin arasına sıkıştım. Daraldım, bunaldım Ülkemin futbolunda olan şeylerden. Sana açılarak kendimi, duygularımı yazıya dökerek de seni bulmak istedim kağıtla kalemin birbirlerine olan sevdası arasında. Senin Türk futboluna getirdiğin “centilmenlik ve şıklık kokan futbol motiflerini” anımsamak bana ve okuyanlara iyi gelir diye düşündüm. İşte bu yüzden sana bir kaç satır yazıp futbolun güzelliklerini yine, yeniden hatırlama gayretine girdim. Yazdığım her kelime, her cümle, her satır beni senin oynadığın maçlardaki çoşkuna götürdü. Gollerini anımsadım kalemimle sana olan hasretimi giderirken. Hani klasiktir sorarlar ya; “Alex’in en güzel 10 golü, en güzel 20 golü hangisi?”…. Veya TV’deki spor programlarında gösterirler senin gollerini başlık atarak; “işte en güzel Alex golleri”, “doyamayacaksınız” diye de eklerler. Ben hiç ayırmadım senin gollerini hangisi en güzel, hangisi daha az güzel şeklinde bilesin. Tüm gollerini, penaltılarda dahil bir numaraya yazıp,”biri diğerinden daha güzel” etiketiyle renklere bürüdüm samanyolu oluşturup. Onları Fenerbahçe taraftarlarının sesiyle bezeyip, “Samanyolu” şarkısıyla rengarenk yumak haline getirip gökyüzüne yolladım yıldızlara ulaşıp tüm futbol aşıklarını selamlasınlar diye. Başlarına da seni koydum “çoban yıldızı” edasıyla, en parlayan sen olduğun için.
Belki de bir çok taraftarın “keşke bizim takıma gelse” diye iç geçirdiği 2004 Kupa America’nın ardından takvimler 20 Haziran’ı gösterdiği gün seni Fenerbahçeli yapan imzayı atmıştın, o tarihe geçen “Sarı Lacivert İmzayı”. Kadıköy’e ilk ayak bastığında Brezilya Milli Takımının Kaptanı olarak gelmiştin aramıza. 1999 ve 2004 yıllarında Brezilya Milli Takımı’yla 2 defa Kupa Amerika’yı kazanmış; Romario, Rivaldo, Ronaldo, Roberto Carlos, Ronaldinho, Adriano, Luis Fabio gibi dünya yıldızlarıyla beraber aynı formayı terletmiştin zamanında. Fenerbahçe taraftarı senin gelmenle adeta bayram ederken, rakipleri korku sarmıştı. Hatta sen daha gelmeden spor yöneticiliği de yapan bir yazar Ocak 2004 tarihinde senin gelmen ile ilgli haberlere güldüğünü ve Fenerbahçe taraftarının kandırıldığını yazarken, Real Madrid’in seni transfer etmek için harekete geçtigi söylüyor ve “keşke gelse de seyretsek” diye de ekliyordu yazısının bir bölümünde. Eminim spor yöneticiliği yaptığı dönemlerde senin gollerini hem endişeyle, hem de yazdığı bu satırları hatırlayarak seyretmiştir içi cız edercesine….
Daum’un Sen Odaklı Dahi Buluşu: 4-4-1-1
Oynadığın dönemdeki başarılarını, herkesin bildiği istatistilerini tek tek buraya karalamanın bir anlamı yok açıkcası. Şu kadar gol attı, bu kadar assist yaptı diye sayısal hesaplamalara girmeyeceğim. Ama şu notu düşeceğim cümlelerimin arasına; neredeyse her maç ya gol attın ya da attırdın. Kısacası Fener’in her maçı “Alex” imzasını taşıdı senin sayende. 2 kere gol kralı olman, 4 defa asist kralığıyla kariyerini taçlandırman, 3 defa Şampiyonluk Kupasını kaldırıp, 2 tanesini de son dakikalarda kaçırman da işin cabası. Sana ilk günden beri inanan Daum’un ısrarla seni istemesi en büyük etkenlerden biriydi Fenerbahçe’ye gelmende. Çünkü o ileriyi görmüş ve senin neler yapabileceğini çok iyi hesap etmişti. Kupa Amerika’da Breziya Milli Takımı’yla seni Luis Fabio ve Adriano’nun arkasında orta sahada oynarken görsek de, Alman Teknik Adam’ın saha planındaki dizilişde senin için düşüncesi çok farklıydı aslında. Senin için ürettiği formül; oyunun 2. ve 3. bölgelerinde köprü görevi yapmandı. Bu formülün açılımında en önemli olan nokta “senin çok koşman değil, topun sen tarafından çok koşturulmasıydı”. Geldiğin dönemde takımda hali hazırda var olan Pierre Van Hooijdoonk ve Marcio Nobre’nin arkasında zaman zaman “orta saha” oynasan da, Tuncay ve Serhat gibi Striker/Winger yani hem forvet hem de açık kanat oyuncuların olduğu bir takımda, Hollanda’lının da gidişinden sonra Daum seni daha effektif kullanmak adına tek forvet arkasına koyuyor ve yıllar sonra Zico, Aragones, yine Daum ve Kocaman dönemlerinde devam edecek, rakipleri tarafından çözülemeyip adeta bir “futbol matematiği” halini alan 4-4-1-1 sistemini buluyordu. Özetle rakiplerini yıkmanın reçetesini icat ediyordu Christoph!!!
Şimdilik müsade.......Devamı yarına…….Görüşmek üzere.
18 Aralık 2013 Çarşamba, New York, 3:55am
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.