Emre Belezoğlu nasıl bir futbolcu deseler teknik açıdan şöyle tanımlarız sanırım; Hırslı, koşan, oyun kuran, duran top kullanan, arkadaşlarına liderlik edecek kapasite taşıyan, mücadeleyi asla bırakmayan, sol ayağı mükemmel olan, ayağından muhteşem şutlar çıkaran, harika frikik golleri atan, kornerleri tehlike yaratan, pasları kalite kokan, taktiksel düzene bağlı kalan bir futbol kimliği. Ancak sonuna da bir “Ama” eklersiniz illaki. Bu amanın anlamı ve kapsamı Emre’nin bütün Allah vergisi yeteneklerini bitiriverir bir anda. O ama da sinir, stress ve sevgisizlik'tir.
Emre Fenerbahçe tarihinin belki de en az stresle oynanacak olan derbi maçında kaptanlık yapmayı beceremedi. Belki de diyeceksiniz ki; “ilahi hangi derbi de becerdi ki bu maçta becerebilsin?" Doğru haklısınız. Emre derbi özürlü bir futbolcu. Ya da kritik maç oynama özürlü diyelim ona. Zaman zaman normal maçlarda da ortalığı karıştırıp külhanbeyliğine soyunsada, onun ortalığı germeden bitirdiği bir Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve hatta derbiye aday Kasımpaşa maçları çok azdır son zamanlarda. Yanılmıyorsam son iki Trabzonspor maçında sorun olmamasının tek sebebi de Zokora’sızlıktır.
Şöyle maçı bütünüyle düşündümde, eğer maçın hemen başında hakem Yıldırım Emre ve Eboue’ye iki çift laf söylemeye çalışırken, kendisini dinlemedikleri için, hem de kendisinin önünde el kol dokunuşlarıyla birbirlerini iteklemeye devam ettikleri için iki kırmızıyla atabilseydi, belki de şu an her birimiz farklı düşüncelere sahip olacaktık karşılaşmayla ligili. Ve onlara: “Sizler daha maçın başında otorite mi sarstınız, buyrun dışarıya” diyebilseydi, bambaşka bir derbi seyretmez miydik dersiniz? Ya da ilk sarıdan sonra kaptanın gözünün yaşına bakmadan Salih in, Emre out diyebilseydi Yanal. Olabilecekleri sezebilseydi.
Aslında Emre o kadar şanslıydı ki sanırım farkında değildi. Eboue ve Melo ikinci hareketlerinde sarıları alırken, Bülent hoca ona prim tanımış ve 3. faulünde sarıyı cebinden çıkarmıştı. Ama o ısrarla vücudundaki sinir tuşu yerine, ilk sarıdan sonra sakinleşme tuşuna basmayınca, Melo’nun kurduğu kapana kendini kaptırınca olanlar oldu ve sözüm ona kaptanlık titrini üzerinde taşıması gereken vasıflardan vazgeçip kendini bir anda dışarıda buldu. Görmediniz mi Melo’nun sevincini? Çocuklar gibi şendi Brezilyalı. Dilinin dışarıda olması içine kaçan pitbulun varlığının kanıtıydı sanki. Ama en kötüsü eliyle Emre’ye maçın hakemiymiş gibi çık demesiydi. Hedefine ulaşmıştı. Rakip artık on kişiydi ama o parmak yok muydu!!! “Defol buradan “ anlamındaydı ve yapan Melo bile olsa Galatasaray forması taşıyan bir futbolcuya hiç yakışmamıştı doğrusu. Oysa ki Ünal Başkan “Metin Oktay ruhuyla oynayın” demişti oyuncularına. Ne Melo ne Emre ne de burada adını saymayacağım bazıları ne o üstadların tırnağı olabilirlerdi, ne de o ustaların bir tutam saçı.
Tel Tel Dökülen Bir Fenerbahçe
Galatasaray’ın oyunun başlarında ki baskısı Sarı Lacivert ayakları yıldırmış gibiydi. 13 puanlık farkla “yenilsek de nasılsa şampiyonluk cepde” psikolojisinin göstergesiydi bu görüntü. Şelcuk-Melo ve sonunda Wesley’de sonuçlanan pas üçgeninde Fenerbahçe defansı dona kalırken, erken gelen golle Galatasaray’lı futbolcular gecenin ilk ateşini yakıyorlardı. Drogba’nın direği, Tellesin yere çarpıp Volkan’ın ellerinden dönen vuruşundan sonra sahneye Emre ve Melo çıkıyor ve o dakikadan itibaren futbolun tek bir harfi dahi sahada gözükmüyordu.
Bu sezon geriden gelerek bir çok maçı çeviren, 10 kişiyle Beşiktaş’a Saracoğlu’nu dar eden Fenerbahçe’ yi dün akşamın ikinci yarısında beklemek fazla iyimserlik olurdu. Hayal ötesiydi yani. Ayakta durmaya dermanı yoktu futbolcuların.
Ikinci yarı Mancini skoru koruyun komutu verip oyuncularda bu direktifi uygulayınca Galatasaray koruyan, Fenerbahçe’yse bastıran takım görüntüsüne geçti. Sarı Kırmızılılar yakaladığı tek pozisyonda Burak’la fırsatı kaçırıp tek gole mahrum kalırken, sözüm ona ileri doğru oynayan Fenerbahçe Topuz’un yarım yamalak vuruşunda Muslera’yı ilk defa farkediyordu. Bu devrede elinde ki 2 defansif ön liberoya mahkum olan Yanal; Raul’ü defansın önüne set çekip, Topal’ı öne koştursa da, bırakın golsüzlüğü, pozisyonsuzluğa dahi çare üretemiyordu. Fener hem eksikti, hem de net; “Ah bu da kaçar mı?” tadında golle burun buruna gelemiyor, Emenike ayakta duramıyor, Sow kendini dahi görmüyordu. Orta sahada topun dilinden anlayacak, onunla iletişim kuracak oyuncu da olmayinca kaleye şut dahi çekilemiyordu. Fenerbahçe’nin özeti; “Sıfıra sıfır, elde var sıfır” olmalıydı bunca pozisyon ve oyun fukaralığından sonra. Takım resmen; “Ben bugün gol atacak durumda değilim.” diye bas bas bağırıken, Yanal klübede kılını bile kıpırdatmıyordu. Anlaşılmaz bir şekilde Salih’i ve Webo’yu oyuna almıyordu Ersun hoca. Fener’in kaybeceği ikinci yarının ilk çeyreğinden sonra aşikarken Salih’i oynatmamak ona güvenmemenin kanıtıydı ne yazık ki. Hadi Salih’i geçtimde, Webo’nun son 4-5 dakika oyuna girmesine ne demeliydi? Hem de mağlupken!!! Üstelik Sow ve Emenike; “Bu gece biz yoklama kaçağıyız.” derlerken. Gecenin tek kaybedeni ve formsuzu Emre değildi anlayacağınız. İlk sırada böylesine puan farkı rahatlığında takımını zihinsel olarak mücadeleye hazırlayamayan Ersun hoca vardı. Kaptan gemisini batıran değil kurtaran olmalıydı ve kaptanlar gemiyi en son terkedenlerdi ama Belezoğlu gemisini henüz 40’da terketmişti! İkinci sırada ki yerini almıştı haliyle. Üçüncülükse Salih’i kullanmayan, Webo’yuysa ancak son beş dakikada aklına getirerek sınıfta kalan Yanal’dı.
Futbol herşeye gebe bir oyun. Kayseri’nin Galatasaray’a yaptığını Antalya Fener’e yaparsa, Beşiktaş maçıyla lig yeniden başlayabilir. Eger Fenerbahçe böylesine bir girdabın içine düşmek istemiyorsa, Ersun hoca taktikden ziyade mental olarak hazırlasın takımı. Artık Sarı Lacivertliler için Antalya maçı önemli bir final ayağı. Çünküfutbol matematiğine ve ihtimallere göre Fenerbahçe henüz şampiyon degil.
7 Nisan Pazartesi 2014, New Jersey, 02:21
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.