Kömür.....
İster is deyin, ister toz deyin, ister kurum deyin, ne derseniz deyin ama aslında Beyaz İnciler yerin dibine giren Emekçiler. Elleri, ayakları, suratları, gözleri, parmakları, kapkara bile olsa. Baştan aşağıya siyaha boyanıp adeta görünmez olurlar işleri bittiğinde. Aslında onlar; kapleri, gönülleri, temiz ruhlarıyla Beyaz İnciydiler halka halka büyüyen.....Kocaman Yürekli Madenciler.
Kimisi İkizdi....İsmail ve Süleyman doğduklarından beri hiç ayrılmamışlardı. İlk defa askere gittiklerinde ayrı kalmışlar, ayrı yapmışlardı vatani görevlerini. Ekmek paralarını kazanırken bile ayrılamamışlardı. Son nefeslerini beraber verdiler.
Kimisi Murat Yalçın'dı.....11 saat yerin dibinde kaldıktan sonra kurtarıldığında ambulansın içinde sedyeye yatırılmadan önce ilk sözü;"çizme mi çıkarayım mı?" oldu. Kendisinin "kar beyazı kalbi" olduğunu unutup, sırf sedyenin üzerindeki beyaz örtü kirlenmesin istemişti. Hani demiştim ya onlar Beyaz İnci diye. Murat Yalçın belki de en büyük olanıydı bu inci tanelerinin.
Kimisi Muhammed Çağan'dı..... Bir ay önce nişan yüzüğünü takmıştı. Üç ay sonra dostlarıyla düğün dernek eğlenip sevdiğine kavuşacaktı. Dizi ağrımıştı o sabah. Anneannesi "gitme torunum bugün işe" demişti. İşten kovulurum endişesiyle işinin yolunu tuttu dizinin verdiği acıya rağmen. Anneannesinin pamuk ellerini öpemedi bir daha.
Kimisi Kemal Çoban'dı...Oğlunun sünnet düğününü yapacaktı. Heyecanlı ve sevinçliydi. Aynı vardiyada çalıştığı 13 arkadaşına sünnet davetiyelerini verip yine onlarla oğlunun sünnetinde buluşmayı ve sevincini paylaşmayı hayal etmişti. Ama hayali kabusa dönüştü.
Kimisi Engin Yıldırım'dı. 16 yıllık madenciydi. 6 ay önce emekli olmuş ancak baba sözü dinlememişti. Bunca zorluğa, akıttığı onca helal tere rağmen kendine ait bir evi yoktu. Ev almayı kafasına yazmış ama Yaradan'ın ona yazdığı alın yazısını aklına getirmemişti. Arkasında karısını ve 14 yaşındaki evladını yetim bıraktı.
Kimisi Fatih Olcay'dı.....7 saat yerin dibinde kalmasına rağmen tecrübesiyle ve yanında bulundurduğu malzemenin yardımıyla kurtuldu. Sadece kendini değil, 4 canı daha istim havası soluyarak kurtardı. Borularda açtığı delikler sayesinde nefes alarak hayata tutundu.
Kimisi Selami Tizel'di.....O her sabah evden çıkarken hayat arkadaşıyla helalleşen bir madenciydi. Eşinin içine doğmuştu sanki. Bir haftadır kötü rüyalar görüyor, tabut görmekten kabuslara gömülüyordu. Selami'ye anlattığında "hayra çıksın" dedi. Ama karısının gördükleri hayra alamet değildi. Gidiş o gidişdi.
Kimisi Serkan Güneş'ti....Mesleği yer altında değil yer üstündeydi. Sağlık görevlisiydi. Ölümle burun buruna gelenlere can verenlerin ilk dokunuşuydu belki de. İlk haberler geldiğinde dayanamadı. Meslek onuru, insanlık gururu, sorumluluğu onu frenleyememişti. Bir can bile kurtarsam "yeter" diye düşünmüştü. Serkan tam üç kişinin hayatına, onların ailelerine, akrabalarına, arkadaşlarına, dostlarına bir güneş gibi doğmuştu. Her türlü gayretine rağmen kendi hayatını kurtaramamıştı. Cennetin yolundaydı.......
Kimisi Nurettin Karaç ile Muharrem Şen'di...... Zonguldak'tan gelmişlerdi. Onca sene, onca emek, onca alınteri......Zonguldak'da atlatmışlardı tehlikeleri belki ama Azrail onları Soma'da yakalamıştı.
Kimisi Burak Karayel'di.....Eşi Aydan'ı üniversitedeyken sevmişti deliler gibi. Burak 28, Aydan'sa 23 yaşındaydı. "Daha birbirimize doyamadık" diye çığlıklar atmıştı Aydan haberi ilk aldığında. 11 aylık evlilerdi. Nice 11 aylar, nice 11 seneler beraber olmak, çoluk çocuğa karışmak istiyorlardı. Olmadı maalesef. Çoluk çocuğa karışamamışlardı. Aksine Burak Aydan'a son kez sarılamadan toprağa kavuşmuştu. Cenaze namazını kıldıranda Burak'ın Dedesi emekli İmam Hidayet Özkan'dı. Çok az insana nasip olan "torununun çocuğunu görme" şansını yaşayacakken, canı gibi sevdiği Mühendis olan torununun cenaze namazını kıldırmak vardı kaderinde.
Kimisi Akif Günaydın'dı. Son nefesini verirken arkadaşına sarılmıştı. Ne kötü bir tesadüftü ki ağabeyi Ali Günaydın bulmuştu cansız bedenini. Akif'in cesedini sırtladı Ali. Küçükken oynadıkları oyunlar geldi belki de aklına o an. O zamanlar şen şarak sırtında taşıdığı ele avuca sığmayan kardeşinin cesetini bir gün sırtlayacağını nereden akıl edebilirdi.
Kimisi Niyazi Bayram'la Tolga Özcan'dı. Amca çocuklarıydı. İşe beraber gidip, yine işten beraber dönerlerdi hep. Kuzen değil de kardeştiler adeta. Aynı vardiyayı paylaşmışlardı her defasında. Madene gidip gelen kendi köylerinden 11 madenciden haber vardı ama onlardan Pazartesi'den beri haber alınamamıştı. Eşleri perişan haldeydi. Durumları büyüklerimizin klişe lafı;"Nerede Allah aşkına bu çocuklar? Yer yarıldı da sanki içine girdiler"di!!!!!
Kimisi Koray Karadağ'dı. O da Burak gibi Mühendisti. Geride gözü yaşlı bir eş ve kız evladı bırakmıştı. Kızını önce Allah'a, sonra da hayat arkadaşına emanet etmişti.
Kimisi Hüseyin Demir'di. İşe geç kalmıştı. Eşi Rabia;"hazır geç kalmışken gitmeyiver bugün işe" dese de beyhudeydi. "Seni seviyorum Rabiam" dedi ve ekledi;"Çocuğuma iyi bak". Sanki hissetmişti sonsuz yolculuğa çıkacağını.
Kimisi Cemal Yıldız'dı. Neredeyse herkes işi gücü bırakmış 15-19 tartışmasına dalmıştı. Ne farkederdi ki? Günün birinde kökleri sağlam koca bir çınar olarak hayata veda edecekken gencecik bir fidan olarak göçüp gitti bu diyardan. Dokuz aylık madenciydi Cemal. Dayısı, "yeğenim 15" dese de 19 olduğu anlaşılmıştı sonradan. Gencecikti ama gözüpekti. Hem yüksek okulda okuyor, hem madende çalışmaktan korkmadan ekmeğini taştan çıkarıyordu.
Kimileri isimsiz kahramanlardı adlarını bilemediğim.....
Kimisi babasını bir ambulans kapısı açıldığında tesadüfen gördü. Görür görmez göz yaşlarına boğuldu. "Babamı kaybettiğimi düşündüm" diye eveleyip geveledi. Kendinde değildi. Sedyeyle ambulanstan indirilip acile götürülürken babası o kadar şaşkındı ki..... Babasının arkasından hastaneye girip girmemekte tereddüt etti.
Kimisi ben kurtuldum ama ya arkadaşım diye sordu yanındakilere; "Mahmut Mahmut nerdesin?" diye haykırdı kulakları sağır edercesine. Arkadaşının şehit olduğundan habersizdi.
Kimisi kanunlara aykırı olmasına rağmen Baba Oğul yerin bilmem kaç metre dibinde aynı koridorda, aynı vardiya da sırt sırta çalıştılar. Yine sırt sırta can verdi Baba-Oğul.
Kimisi Oğlunun vermek istediği mesajı sıkı sıkıya avucuna saklamıştı...."Hakkını helal et oğlum" diye yazmıştı o nefessizlikte üşenmeden.
Kimisi üşüyen arkadaşına üzerindeki kazağı verdi sırf can yoldaşı üşümesin diye. Kazağını vermekle kalmadı, onu yaşatmak adına canını da verdi. Kazak çıkınca bedenden, can da uçup gidiverdi aniden.
Liverpool'dan Fenerbahçe'ye, Chelsea'dan Galatasaray'a, Barcelona'dan Beşiktaş'a, Messi'den Ronaldinho'ya, Amerika'dan İngiltere'ye, Yunanistan'dan İtalya'ya, Bangladeş'ten Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ve adını sayamadığım onlarca insandan, onlarca kuruluştan, onlarca spor klübünden, onlarca ülkeden, yerliden yabancıya, herkes tarihi mesajlar verdi. Tarihi mesajlara Türk İş de katıldı. Ama hedefin uzağındaydılar. Dünya'nın bir ucundaki Küba, Bolivya, Venezüela'da ki maden işçileri 1 gün işi bırakma ve 3 gün yas ilan ettiler. Türk İş tam "Türk İşi" yaptı ve "3 dakika yeter de artar bile" dedi. Allah'dan Memlekette 3 günlük yas ilan edildi de olayın ciddiyeti tüm yurda yayıldı.
Peki ya Bizimkiler ne yaptı? İktidarıyla, Muhalefetiyle bizim meşhur Bizimkiler!!!!!
Bir kere A'dan Z'ye herkes protestodan, yuhalanmadan az ya da çok nasibini aldı. Cumhurbaşkanı ılımlıydı. Başbakan belki de ilk defa yüksek dozajla istifaya davet edildi. Kılıçdaroğlu madenin etrafını yüzeysel dolaşırken, madenin içine bile sokulmadı. Sağlık Bakanı ve Enerji Bakanı yuhalandı. Hükümetle muhalefetin maçı berabere bitti. Kazananı yoktu aslında. İkisi de kaybetmişti. Tek kaybetmediğini zanneden Bahçeli'ydi. Diğerleri yuhalansa bile en azından ziyaret etme görevlerini yerine getirmişlerdi. Kürsülerden bangır bangır bağıran Muhalefetin iki numarası yerin dibinde çalışanlar kadar cesaretli olamamış, madene gitmek yerine Soma'nın merkezini gelmişti. Olay mahalline gelmeyerek "merkez kaç" demişti açıkcası. Tabiri caizse küme düşmüştü. Ölüm de bile olsa Kılıçtaroğlu'yla Enerji Bakanı Yıldız bir araya gelmiş, hiç olmazsa az da olsa, belki yapmacıkta olsa bir istişare sunulmuştu gözler önüne. Bahçeli cesaretini yitiren bir liderlik sergilemişti kanımca. Ha bir de Çalışma Bakanı kaçmıştı halktan Bahçeli gibi. O da doktorlardan raporluydu. Madene gelip 10 dakika görünse bile yeterli olurdu aslında.
Ah şu bizim siyasetçiler.....Ah şu bizimkiler.....Sadece şimdikiler de değil.....Geçmişden günümüze kadar iyi kötü memleketi yönetenler.....Ah ki ne ah!!!!! Ne vardı sizlerin de yüreği, "Çizme mi de çıkarayım mı?" diye soran Murat Yalçın kadar saf ve temiz olsaydı da her soruna çözüm bulup hiç kavga etmeseydiniz. . Ne vardı sizlerinde sorumluluk duygusu, insanlık onuru sağlık görevlisi Serkan Güneş kadar olsaydı da depremler, maden kazaları az hasarlarla atlatılsaydı gerekli önlemler zamanında alınarak. Ne vardı sizlerin de vicdanı kazağını arkadaşına üşümesin diye veren o isimsiz kahraman kadar "cız etseydi" de Türkiyem can pazarı haline gelmeseydi. Ne vardı!!!!!!!!
"Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Meclis Başkanı Çiçek, Ana Muhalefet Partisi Başkanı Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Bahçeli, Enerji Bakanı Yıldız, Çalışma…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.