Cumartesi günü izinli olmama rağmen alışkanlık haline gelen “erken uyuyamama” moduna inat yine de kendime göre erken bir saatte uyumuştum. Saat 1:30 gibiydi. Liverpool-Manchester City maçına yetişmem için saat 6:30’da uyanmam gerekiyordu.
Maç New York saatiyle 08:37’de başlayacaktı. Aklınıza niye böylesine garip bir saatte başlayacağı sorusu gelebilir. Tam 25 sene önce 15 Nisan 1989 tarihinde oynanan Liverpool-Nottingham Forest İngiltere Federasyon Kupası yarı final mücadelesinde yaşanan tarajediyi anma maksadıyla böyle bir uygulama tercih edilmişti. 96 kişinin ölümüyle ve yüzlerce taraftarın yaralanmasıyla sonuçlanan Hillsborough Stadındaki facia onca yıl geçmesine rağmen hala hafızalardaydı.
Saat 8:10 gibi karşılaşmayı seyredeceğim “11th Avenue” isimli bara giderken karşıma 3 Liverpool formalı taraftar çıktı. Barın ters yönüne doğru yürüyorlardı. Garipsememe rağmen yoluma devam ettim ama bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmiştim. Sonra bara varmama ramak kala karşıdan karşıya geçerken ufak tefek Liverpool formalı başka bir taraftar görünce dayanamayıp sordum. Aldığım cevapdan sonra ilk tepkim; “eyvah yoksa maçı seyredemeyecek miyim?” oldu kendi içimde. Cevabın devamı rahatlatmıştı beni. Bar yaklaşık bir saat önce hınca hınc dolmuştu. Sonradan Nepal’li olduğunu öğrendiğim genç delikanlı bana bir kaç blok ileride başka bir bara gideceğini söyleyince beraberce yürümeye başladık. Biri Nepal’li diğeri Türk iki Liverpool taraftarı kısa bir süre nihayet bara adım atmıştık.
İçersi kalabalıktı ama hınca hınç dolu değildi henüz. Maçın başlamasına aşağı yukarı 12-13 dakika kalmıştı. Bar maçın başlamasıyla tıka basa doldu. Hanımlar, Beyler herkes formalarıyla takımlarına destek veriyorlardı. Bardaki atmosfer müthişti. İlk kez böylesine erken saatte bir barda olmama rağmen kendimi New York’da değilde, Liverpool’un Anfield Stadında hissettim bir an. Takımlar sahaya çıkarken tribünlerin görüntüsü muhteşemdi. Her taraf Kırmızı Beyazdı. Liverpool’un ateşli taraftarları bir taraftan takımlarının marşını; “you will never walk alone”; “asla yalnız yürümeyeceksin”, söylerken, diğer taraftan da 70’ler ve 80’lerde kendilerine altın yıllar yaşatan eski teknik adamları Bill Shankly ve Bob Paisly’nin resimlerinin olduğu flamaları sallıyorlardı. Maçın hemen öncesinde Hillsborough Stadında ölenler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Bırakın stadı, inanın barda çılgınlar gibi mücadelenin başlamasını sabırsızlıkla bekleyen İngilizler bile çıt çıkarmadılar. Adeta Liverpool ile New York arasında bir sessizlik köprüsü kurdular Anfield’daki saygı duruşu anında.
City Pellegrini yönetiminde klasik 11 ve bilinen 4-2-3-1 düzenindeydi. Buna karşılık Brendan Rodgers’ın Kırmızıları da gözlere aşina olan ezber kadrosunu bozmamıştı. Ancak Rodgers deplasmanda baklava orta saha ve çift forvet oynarken, evinde aşağı yukarı aynı kadroyla fakat Kaptanları Gerard’ın önüne koyduğu Henderson, Coutinho ikilisi ve en uçta da Sterling, Sturridge ve Suarez’le başlamıştı karşılaşmaya.
Başlama düdüğüyle beraber korkunç bir Liverpool baskısı da görüldü beklenildiği gibi. Manchester City ev hapsi cezası almış gibi kendi yarı sahasının dışına pek çıkamadı. Sahasına hapsolan Mavililer kendine gelmeyi bir türlü beceremedi. City’nin sol tarafını sağ bekleri Johson ve ele avuca sığmayan üçlüsüyle dövmeye başladı Kırmızılar. Suarez’in aklı Sterling’in ayaklarıyla buluşunca maçın hemen başında skor üstünlüğünü eline aldı Liverpool. Skertel’in kafasından gelen golden sonra gelen rahatlama Liverpool’a az daha pahalıya mal olacaktı ilk devre bitmeden. İlk yarım saatte Toure’nin vuruşu dışında gözükmeyen City son dakikalarda Fernandinho’yla pozisyon yakalasada Mignole’yi geçemedi.
İkinci yarı ilk devrenin kopyasıydı ama roller değişmişti. Bu sefer nefes aldırmayan Mavililer, ev hapsinde olan Kırmızılardı. Liverpool’un aşırı geriye yaslanması ve defansında yaptığı beklenmedik hatalardan sonra ilk cezayı Silva kesti. Navas’ın yerine oyuna giren Milner, City’nin sağ kanadına işlerlik kazandırdı. Milner-Silva ortaklığı işe yaramıştı. Beraberlik sayısı da gecikmedi. Silva, birazda şansının yardımıyla ve Johson’ın ters vuruşuyla kronometreler 62’yi gösterdiğinde sadece Anfield değil, maçı izlediğim barda da herkesi yıkan golün filelerle buluşmasına katkı sağladı. Bardaki futbol sevdalısı, Liverpool aşığı dostların sesi bıçak gibi kesildi. 66’da Sterling çıkınca Liverpool’un işinin hiç de kolay olmayacağı belli olmuştu. Suarez ve avanesinin gereksiz yere sürekli ofsayta yakalanmaları pozisyon üretmelerine engel oldu. City’ye beraberlik yeterde artardı bile ama Liverpool kazanmak zorundaydı. Başka bir alternatif düşünüle mezdi. Fakat 2-0’ı korumaya çalışmak onlara pahalıya mal oldu ve beş dakika içinde yenilen 2 gole engel olamadılar. Sturridge’nin sakatlığı da tüm bunların üstüne tuz biber ekti. Onun çıkışı Liverpool için forvet hattının bir eksik kalması demekti. Pozisyon yaratmakta zorlanan ev sahibinin imdadınaysa Johson’ın etkili ve sert taç atışı yetişti. Futbol hatalar oyunuydu. Önce Clichy’nin sonra da Kompany’nin üstüste hatalarıyla top bir anda Coutinho’nun önünde düştü ve ona da mükemmel bir gol vuruşu yapmak kaldı.
Son 9 maçını kazanan Kırmızılar, 10. defa üst üste 3 puan alarak tam 24 yıldır hasret kaldığı şampiyonluk rüyasına devam etti. Bakalım kalan dört maç sonunda ipi göğüsleyebilecekler mi? 14 de 14 yapabilecekler mi? Rodgers oyuncularını sadece fiziksel olarak değil, mental olarak da hazır tutmak zorunda artık. Her ne kadar galibiyet alarak yollarına devam etseler de, her galibiyet kendine güveni perçinlediği gibi, aynı oranda da stres faktörünü tetikliyor kazanmak adına. Mental karakteri ortaya koymak belki de kazanmanın anahtarı Liverpool için. Şampiyonluğa 4 kala neler olup biteceğini göreceğiz kalan maçlarda....
15 Nisan 2014 Salı, New Jersey, 02:55
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.