Maltepe Camiisi’nin avlusunda oturmuş bugünlerde elimden bırakmadığım kitabımı okuyordum: “
Korku ve Ümit : Elbette gençlerin hepsi hemen ilahi daveti kabul etmemişti; fakat hiç olmazsa küçük yaşamlarını bir klarnetin notaları gibi bölen davet ve vaazların önem ve şiddetine karşı kulaklarını tıkamalarına neden olacak bir kendini beğenmişlikleri yoktu.”
Kitap, önceleri protestan sonra ateist olan, 25 yaşlarında Kuzey Afrikalı Müslümanlar vesilesiyle tanıştığı büyük sufi Şeyh Ahmet Alevi eş Şazeli ile Müslüman olan Martin Lİngs (Ebubekir Siraceddin)’in - Hz. Muhammed’in Hayatı adlı kitabı.
Şiirsel akıcılıkta, en ince detayına kadar yapılan tasvirlerle okuyanı, yeryüzünde yapılmış en büyük devrimin tam ortasına bırakırken neredeyse her satırı bünyemde sarsıntı meydana getiriyordu. Bu haldeyken yan taraftan yavaş yavaş yaklaşmakta olan yaşlı teyze dikkatimi çekti. Gayet sakin yaklaştı ve bir tüyün konuşu gibi yanıma oturdu.
Şimdiye kadar yaşayıp bildiğim “dışarıda teyzelerle tanışma” ritüeline göre o bana ne okuduğumu soracak sonrasında memleketim, medeni halim, kendi çocukları ve torunlarından dem vurmayla programın sonuna yaklaşırken güzel temennilerle biten bir final yaşarız diye düşündüm ve kitabımdan ayrılmadım, ayrılamadım :
“Geçmişteki ve şu andaki kafirlerin tutumu şu sözlerle ifade edilebilir: “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz” (En’am:29.)”
O sırada hafif bir yağmur da yağmaya başladı..Nazlı nazlı küçük tanelerle selam verircesine kitabıma düşüp ıslatmaya başlayan yağmura bakmak çin havaya göz attım. Hem havaya hem de geldiği sakin halini devam ettiren teyzeye.. Elindeki örgüsünü sessizce örüyordu. Ne bana bakma ne bir konuşma teşebbüsü ! Suratıma koca bir sessizlik duvarı çarptı adeta. Kitaba dönüp devam ettim: “Biz göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.”(Mü’minun:115.)
Bir an sayfanın üstündeki gittikçe artan damla sayısından mütevellit kitabı kapatsam mı diye düşündüm. İşte o kısa düşünme sırasında kafamı yan tarafa çevirip baktım: Mavi, pembe, beyaz iplerden bir çorap örüyordu. Kulağıma gelen ses ise ne arabaların gürültüsü ne insanların sesi, tek ses arada birbirlerine değen şişlerin sesiydi !
İlginç gelmişti bana bu durum. Tertemiz bir sabun kokusu geliyordu. Belli ki temiz titiz bir hanımdı. Fakat yüzü -belki sizi hayal kırıklığına uğratacağım- öyle nurlar içinde, insana huşu veren bir tipte değildi: Uzun, biraz karışmış erkeksi kaşlar, derin izleri olan yüz derisi, zaten gerekli olduğu zaman konuştuğunda açılan ağzının kenarıdan fark edilen varlı yoklu dişler. Normalde bu yüze bakınca ruha gelmesi beklenen güzel esintileri “suret”inden öte etrafını çepeçevre sarmış “sıreti”nde o kadar şiddetliydi ki gözümde “suret “i bir anda yok oluverdi. Örgüsünden kafasını kaldırmadan oturan bu yaşlı teyzenin sükuneti bana engin durgun denizler gibi göründü. Sanki dünyadaki tüm huzurları toplamış ve bir an evvel hepsini, ikimizden başka hiç kimsenin göremediği bir kanaldan ruhuma dökmek için yanıma gelmiş gibi hissettim.
Her ne kadar paranormal olaylara normal yaklaşsam da her karşılaşmayı “olağanüstü bir hadise” gibi algılamayı gerçekçilikten kopmamak adına pek istemem. İyi de gerçek ne ki zaten!? Onun bilimsel veya ruhsal açıklamasını yapmak kitaplar tutsa da benim için gerçek o anda hiç konuşmadan hissettiğim “ huzur” du.
Kafamdan bu düşünceler akarken gözüm satırla üzerinde ruhuma başka duyuşlar aktarıyordu:
“Şüphesiz bizim Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu) onların üzerine melekler iner (ve der ki): “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)’tan bir ağırlanma olarak.”(Fussilet 30-32.)
“Gerçek mü’minler “Bizimle karşılaşmayı umanlar” diye tanımlanmıştır. Oysa kafirler: “bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz (gafil) olanlar”dır.(Yunus 7- 9)
Gerçek müminler bizimle karşılaşmayı umanlar ! Bu cümle andromeda galaksisinden gelip kafama düşen göktaşı gibi geldi bana. O kadar çarpıldım ki hipnotize olmuş gibi okumaya devam edemedim. Kitabı kapattım ! Ve şu ana kadar sanki içimden okuduklarımı iç kulağıyla duyup dikkat kesilerek dinliyormuşcasına sessiz oturan teyzeye dönüp cümleyi tekrarladım.
Biraz sessizlikten sonra malum ritüeli kendim gerçekleştirdim ve memleket neresi diye sordum. Amacım hafiften de ürküten bu sessizliği bozup in mi cin(!) mi anlamaya çalışmaktı. Aramızda sohbet başladıysa da aynı sakinlikle sadece ben sorduğum için geri sorulan sorular kabilinden bi’şeyler söyledi. Ve yine sessizlik.
Kısa sohbetimizden torununa ördüğünü öğrendiğim çorabına devam ederken ben "sükunet vurgunu" idim. Bazen ahenk sessizlikte, bazen gerçek cevap insanı kendi iç dünyasında aynalarıyla baş başa bırakmakta, bazen cevap içimizdeki uçurumlarda yankılarda.... Bazen ise her şeyin tek cevabı SÜKUNETTE !
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.