Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı'nın adları, olayın üzerinden 32 yıl geçse de bir türlü unutturulmadı. Herkes bir hüküm yedi ya da peşinen verilen hükmü tekrar edip durdu. Delikanlılıkları mahpuslarda eskidi.
Ercüment Gedikli 11 yıl yattı, Haluk Kırcı toplam 25 sene kaldı cezaevinde.
Mahpusluktu bu adı üstünde zor zanaat... Belki de zanaatların en zoru en gaddarıydı. Mahpuslukta komedi de yaşanıyordu, trajedi de...
Haluk Kırcı, yaşadıkları trajediyi satırı satırına şöyle anlatıyordu:
"İki mahkum geleli (Ercüment Gedikli-Haluk Kırcı) neredeyse bir ay olmuştu. Kurulmasına yardımcı oldukları yeni düzen içinde her şey iyiye gidiyordu. O günlerin birinde bahçede top oynayan esmer mahkum(Haluk Kırcı) yaptıkları maçın bitiminde duş almak için odaya girdiğinde, beraber geldiği arkadaşının yüzünün allak bullak olduğunu gördü. Sarışın mahkumun (Ercüment Gedikli) yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri kanlanmıştı. Suratını asmışi orturduğu sandalyeden masaya uzanmışi elinin birini başına dayamıştı.
Esmer mahkum arkadaşının durumunu görünce "Hayırdır bir şey mi?" oldu diye sordu. Donuk gözlerle arkadaşına bakan sarışın mahkum "Ulan, bu dünyanın içine edeyim; daha ne olsun, iki saattir perişan durumdayım" dedi.
Bir kolunu savurur gibi açarak dev adamın yattığı yatağı gösterdi: "Pehlivan'ın (Yaşar Koç) yastığının altında mektup var. Al oku!" dedi.
Esmer delikanlı, şaşkınlık ve merak içinde dev adamın yastığına gitti, yastığın altında duran mektubu aldı ve okumaya başladı. Mektup, pehlivanın babasından geliyordu. Çok kötü bir el yazısı ile yazılmış olan mektubu okumaya başlayan esmer mahkum, arkadaşının perişan halini çözmekte gecikmediği gibi, okudukça aynı duyguları, aynı perişanlığı kendi de yaşamaya başladı:
"Oğlum, ayakkabı istemişsin; inan ki paramız yok. Yanına gelmek, ziyaret etmek istedim, para olmadığı için gelemedim. Bir ineğim kaldı, onu satamıyorum. Eğer satarsam, eve aldığım kuru ekmeği de alamaz olacağım. Hasta annen, küçük kardeşin aç kalacaklar. Yine de istersen satayım, ayakkabı alıp ziyaretine geleyim..."
Çaresiz bir babanın bütün içtenliğiyle yazdığı mektubu okuyan geç adam, okudukça kendine hakim olamayıp ağlamaya başladı. Gözyaşları kendiliğinden akıp yanaklarından süzülüyordu. Çaresizlik, kimsesizlik imkansızlık kokak dertli bir babanın satırları, mahkumun yüreğini paramparça etmiş ve isyan duygularını ayağa kaldırmıştı. Mütevekkil bir baba, mektubunun sonunda oğluna, itidal ve sabır içinde olmasını, namazını aksatmamasını ve Allah'a sığınmasını öğütledikten sonra "Bizler iyiyiz, sen de kendine iyi bak! Bu günler geçecek. Yazımız buymuş. İsyankar olma, hamd et!" diyor ve onu Allah'a emanet ediyordu.
Esmer delikanlı, üzüntü, çaresizlik ve gözyaşı içinde bitirdiği mektubu yerine koyarken, arkadaşı anlatmaya başladı: "Üst katta oturuyorduk. Kitap almak için odaya geldiğimde o dev adamın çocuklar gibi ağladığını gördüm. Benim odaya girdiğimi görünce elindeki mektubu yastığın altına sakladı. Şaşırdım; ne olduğunu, kötü bir haber mi aldığını sordum. 'Bir şey yok' gibisinden kaçamak cevaplar verdi ama çok kötü bir durumdaydı.
Israr ettim, bir şey söylemedi. Sakallarına kadar süzülmüş göz yaşlarını sildi, derin bir 'oh' çekti ve çıkıp gitti.
Bunun üzerine dayanamadım, mektubu yerinden alarak okudum. Okudukça üzüldüm, yıkıldım, kahroldum; pehlivanın niçin ağladığını anladım. Bu nasıl bir iş? Biz de fark etmedik ayağında ayakkabı olmadığını. Terlikle geziyor, kara lastikle de top oynuyor."
Onların kabahati yoktu. Yeni bir araya geldiklerinden, ayakkabısı olmadığını fark edememişlerdi. Zaten hiç birinin öyle ahım şahım imkanı yoktu.
İki arkadaş, odanın kapısını kapattılar ve durumlarını bir daha gözden geçirdiler. Sonuçta, başta pehlivan olmak üzere, fakir arkadaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak için vakıfla irtibata geçmeye karar verdiler. Sonra da vakıf yetkililerine, durumlarını açıklayan bir mektup yazdılar.
"... Normalden büyük ayakları olan pehlivan, kendisine gelen spor ayakkabılarını ve eşofmanı giydiğinde, memnuniyetini hemen belli etmişti. Belki de cezaevine girdikten sonra ilk kez bir eşofmanı oluyordu. Sahip çıkılmanın, dayanışmanın, teşkilat varlığının, kısacası arkasında bir güç olduğunu bilmenin verdiği mutluluğu yaşıyordu..."
Kaynak: 5-6-2 Tamam Değil Reis Bende Vardım - Necdet PEKMEZCİ
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.