Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı dışarıda, militanlıkta birbirlerinden ayrılmamışlardı. Devlet de onları ayırmamış maşum gecenin sahiplerini hep yan yana hep aynı cezaevine yollamıştı.
Ulucanlar'dan sonra ikili bu kez Eskişehir cezaevine sürgün ediliyorlardı.Ankara zemheriyi iliklerinde hissediyor, hele Şubat'ın ayazı fukara evlerini tiril tiril titretiyordu.
Sevk emri ile birlikte fırtınalı bir havada külüstür bir cezaevi aracına Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı bindiriliyordu. Araç aksıra tıksıra yol alıyor, nihayet hedefe varıyordu.
Cezaevleri konusunda deneyimli olsalar da adı yeni yeni duyulan Eskişehir mahpusu yine de bilinmezliklere gebeydi.
Tedirgin, sarsıntılı bir yolculuk bitiyor, cezaevinin raylı kapısı açılıyordu.Araç cezaevine giriyor, ana kapının önünde duruyordu. Aracın kapısı açılır açılmaz yaklaşık on kişilik gardiyan grubu Gedikli ve Kırcı'yı karşılıyordu.
Yanılmamışlardı, Eskişehir başka cezaevlerine benzemiyordu. Kendilerini tam da "Hoş geldin" dayağına hazırladıkları sırada gardiyanların kibar davranışları karşısında şaşırmışlardı.
Mahkumların eşya ve valiz araması tamamlanıyor, ikili giriş bölümünde bulunan bir odaya alınıyordu.Başgardiyan cezaevine yeni gelen mahkumların önce müşahede adı verilen bölüme alındıklarını, bir kaç gün sonra normal koğuşlara yerleştirildiklerini anlatıyordu.İşler tamamlanıyor, Gedikli ve Kırcı bir koğuşa yerleştiriliyordu.
Cezaevi soğuktu, konuldukları koğuşta kaloriferler yanmıyordu. Yol yorgunu olan Ercüment Gedikli elbiseleri ile ranzaya uzanıyor, başına da bir battaniye çekiyor, kısa süre sonra uykuya teslim oluyordu.
Haluk Kırcı ise Ercüment Gedikli'yi rahatsız etmemeye özen göstererek, üç beş parça eşyasını valizden çıkarıyor, bundan sonra yaşamlarını sürdürecekleri yere çekidüzen vermeye çalışıyordu.
Kırcı, işlerini tamamlıyor, ardında da sıkıntıdan volta atıyordu. Tam bu sırada mazgal açılıyor, on beş santim uzunluğundaki kapaklı mazgaldan biri bakıyordu. Koridorda ışık vardı; anca yeterince aydınlatamıyordu. Kırcı, kendisine bakan yüzü görmek amacıyla mazgala yaklaşıyor ve gördüğü çehre karşısında donup kalıyordu.
Kırcı'nın karşısında Tarkan filmlerindeki zindancıyı aratmayan bir surat vardı; saçları ustura ile kazınmış, sakallı, iki metreye yakın boyuyla dev gibi cüsseli biri...
Haluk Kırcı, Tarkan ve Kara Murat filmlerinden belleğinde yer eden "Zindancı" tipiyle karşı karşıyaydı. Zindancı sakin bir şekilde "Geçmiş olsun. Hoş geldiniz. Yemek alacak mısınız?" diye sormuştu.
Kırcı da içinde bulunduğu durumun şaşkınlığı içinde "Hoş bulduk, sağol, yemek almayacağız" yanıtını vermişti.
Zindancı, aynı sakinliği ile mazgalı kapatıp, koridorda uzaklaşıyordu...
Haluk Kırcı, vesvese yapıyor vehme kapılıyor, zindancının uzaklaşıp uzaklaşmadığını anlamak için kulağını kapıya bile dayıyordu. Birkaç dakika bekliyor, gerginliğe daha fazla dayanamıyor ve uyumakta olan Ercüment Gedikli'yi uyandırıyordu:
"Kalk! İnanmayacaksın ama biraz evvel mazgala dev gibi bir adam geldi. Filmlerdeki zindancılara benziyordu. Adamı görsen korkarsın; iki metre boyu, usturayla kazınmış kafası, uzun siyah sakallarıyla Dev Orso'ya benziyordu.'Yemek alacak mısınız' diye sordu.'Hayır' dedim. Mazgalı kapattı, gitti. Yahu biz nereye geldik? Rüya mı görüyoruz?"
Haluk Kırcı, bir solukta yaşadıklarını anlatıvermişti, ama arkadaşı Ercüment Gedikli'den beklediği tepkiyi alamamıştı.Belki uyku sersemliğinden belki de uykuda üşüdüğünden Gedikli'nin derdi bambaşkaydı:
"Nasıl bir yere geldiğimizi bende anlamadım. Soğuktan her tarafım buz kesmiş. Ya şu kırık cama bir şeyler takalım yada gardiyanlara seslenip odayı değiştirelim. Yoksa burada sabaha kadar donarız!"
Haluk Kırcı'yı ürküten "Zindancı"nın kimliği sabahın ilerleyen saatlerinde ortaya çıkıyordu. Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı'nın Eskişehir Cezaevi'ne nakledildiği haberi hızla yayılıyor, sayıları az da olsa ülkücü mahkumlar "Hoş geldiniz" ziyaretine geliyorlardı. Ziyaretçiler arasında Haluk Kırcı'nın "zindancı" olarak tarif ettiği kişi de vardı. Çok geçmeden bu kişinin de ülkücü bir mahkum olduğu ortaya çıkıyordu.Yaşar Koç, yoksul bir ailenin ferdi olarak yetişmişti, Ordu Aybastı doğumluydu. Çevresinde "pehlivan" olarak tanınıyordu 12 Eylül'ün netameli günlerinden o da payına düşeni alıyor ve sonunda cezaevine düşüyordu.
Haluk Kırcı, Aybastlı Yaşar Koç'u şöyle tarif ediyor:
"Çok fakir bir ailenin çocuğu olan pehlivanın, görüşününün aksine yufka gibi bir yürek taşıdığını gören mahkumlar, onu çok sevmişlerdi. Namazını aksatmadan kılan, sigara içmeyen ve spor yapmayı ihmal etmeyen bu adam, kendi bölgesinden iki ülkücü ile birlikte kalıyordu."
Yaşar Koç ile Ercüment Gedikli ve Haluk Kırcı'nın zamanla dostlukları gelişiyori aynı koğuşu paylaşmaya başlıyorlardı.
Kaynak: 5-6-2 Tamam Değil Reis Bende Vardım. Necdet PEKMEZCİ
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.