Önce şu hususta anlaşalım; dava konusu olan bütün hadiselerde somut bir hadiseyi konuşmak zorundayız. Henüz gerçekleşmemiş bir olayın dava konusu olması söz konusu olamaz. Bu meyanda gizli örgütlenmelerin tespit edilmesi ve dava konusu olması oldukça zordur.
Yargıtay’a göre örgüt üyesi olmanın unsurları şunlardır: Sürekli olma, düzenli ortaklık, hiyerarşi, eylemsellik, önceden anlaşma, iş bölümü, suç için birleşme, üyeler arası dayanışma ve disiplin. Bu unsurlara baktığımız zaman bir kimsenin gizli örgüt üyesi olduğunu ispat için ancak üç yolun mümkün olabileceğini söylememiz icap etmektedir. Samimi itiraf, şahitlik veya önleyici istihbarat vesilesiyle elde edilen bilgi ile şüphelinin kendisine emir verilen işi yaparken suçüstü yakalanması. Bu üç unsurun da hayatın doğal akışı içerisinde nadirlerden olduğunu söylememiz icap etmektedir. Bunun için kanun koyucu ve kanun uygulayıcısı makamlar örgüt üyeliğinin tespiti noktasında oldukça geniş bir kanaat serbestîsine sahip olmanın yollarını aramışlardır. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz.
Polis Fezlekesi. Polisler ve özellikle Terörle Mücadele Polislerinin sahada bulunması ve şüphelileri takip etmesi neticesinde bir takım kanaatlere ulaştıklarını söylemek mümkündür. Şüphelilerin aleyhinde bir delil olmamasına rağmen kimin örgüt üyesi olup olmadığı noktasında polislerin aşağı yukarı bir kanaatleri mevcut olur. Her ne kadar polisler bir nevi meslek körlüğüne kapılabilecekleri söz konusu olsa bile Terör Örgütü üyeliği konusunda polislerin kanaatlerinin önemli bir yeri vardır. Türkiye’de Yargıtay’da mahkûm olan terör örgütü mahkûmiyetlerinin çoğunun polis fezlekesine dayanarak mahkûm edildiklerini söylemek mümkündür. Yalnız mahkemelerin en azından teorik olarak polislerin kanaatlerini delil olarak almaması lazımdır. Pratikte neden aksi olmaktadır bunu yazının sonunda açıklamaya çalışacağız.
İstihbarat Faaliyetleri. Gerek emniyet istihbarat gerekse diğer istihbarat kurumları örgüt üyesi hakkında bilgi toplarlar ve belli bir kanaat oluştururlar. Bu maddede yukarıdakinin aynısıdır, dolaysıyla delil olamazlar. Buraya istihbarat örgütlerini yazmamızın sebebi şudur. Emniyet ve diğer istihbarat örgütlerine sızan belirli güç odakları kendilerine rakip olacak veya toplumu bir yere kanalize etmek için dava dosyası hazırlayabilirler. Son zamanlarda özellikle emniyet istihbaratındaki değişimler geçmişte bu yola başvurulduğu intibaını vermektedir.
Mahkemeler, örgüt üyeliğini ispatlamak için çağdaş yöntemlere de başvurmaktadır. Bunların başında dijital deliller gelmektedir. Hâlbuki dijital deliller değiştirilebilir ve kopyalanabilir bir mahiyete sahiptir. Dolaysıyla ceza davalarında delil olarak kullanılmaması lazımdır. Milliyet Gazetesi’nin haberine göre İstanbul’daki 55 sanıklı “Askeri Casusluk Davası” ile ilgili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğine göre dijital kayıtlar kopyalanabilir olduğundan delil olamazdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı meselenin bu yönüne değinmeden Balyoz Davası’nda dijital verileri delil olarak kabul etmiş ve “biz daha önce Hizbullah ve MLKP Terör Örgütü Davalarında da kabul etmiştik” demiştir. Hâlbuki bir hatanın daha önce yapılmış olması şimdi doğru olmasını gerektirmez. Daha önce binlerce insan delil olmayan belgeler yüzünden hapse atılmıştır.
Şimdi gelelim ispatı son derece zor olmasına rağmen neden binlerce insan terör örgütü üyeliğinden mahkûm olmaktadır sualinin cevabına. Türkiye Devleti kuruluş felsefesinde halktan uzak değerleri esas aldığından halkına karşı daima güvenlik endişesi duymuştur. Bu sebeple mahkemeler, örgüt üyeliği kapsamını sürekli geniş tutmuşlardır. Hiçbir şiddet eyleminin yakınından geçmemenize rağmen terörist olabilirsiniz. Ayrıca mahkemeler, toplumu yönlendirmek için de kullanılmaktadır. 28 Şubat Dönemi’nde yargı brifing almış ve binlerce müslüman “irtica” suçlamasına maruz kalarak hapse atılmıştır. Yargının toplumu yönlendirme fonksiyonu bugünde terk edilmiş değildir. Başta KCK Davaları olmak üzere birçok davada bu zihniyetin kodlarına rastlamak mümkündür.
Sosyal hayatında tıpkı tabiat kanunları gibi kuralları mevcuttur. Haksız yere insanları hapse atarsanız veya kanaatlerle mahkûm etme yolunu tercih ederseniz rüzgâr ekiyorsunuz demektir. Hükümet de gerek kendine yakın güç unsurları aracılığıyla gerekse de diğer korkularıyla rüzgâr ekmektedir. Gültekin Avcı gibi isimler, TMK’da değişiklik olmamasına son derece sevinmiş olabilir. Ama mevcut TMK, fırtınanın habercisidir. Zira mevcut TMK, 7 Şubat üzerinden yargı darbesi yapmak isteyen ve kadrolaşmanın yollarını arayanların işine gelmektedir. 28 Şubat’ın 1000 yıl süreceğine inananlar arkalarındaki yargı gücüne inanıyorlardı. İsminde adalet olan bir partinin TMK’daki adaletsizlikleri değiştirmezse gelecek günlerin acı olacağını söylemek kehanet olmaz.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.