Bakara Suresi, yeryüzünde hilafet vazifesini eda edecek olan insanların nasıl eda edeceklerinin ana esasını bize verir. Bu sebeple Said Havva (rh.a), Kur’an-ı Kerim’deki bütün süre ve ayetlerin mutlaka Bakara Suresi ile irtibatı olduğunu söyler. Sure’de İsrailoğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtulduktan sonra İslami İktidarı kurma serüvenlerine değinilir. Bunun için de ilk önce vatan olgusuna değinilir. Şöyle buyrulur:
“Hani bir zamanlar; “Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yeyin ve kapıdan secde ederek girin ve “hıtta” (bizi bağışla) deyin ki, size hatalarınızı mağfiret edelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız” dedik.” (Bakara Suresi: 58)
Ayet-i kerime’de İslam’a uyulduğu müddetçe nimetlerin ardı ardına geleceği haber verilmiştir. Sonraki ayette ise İsrailoğulları’nın İslam’a uymakta zaaf gösterdiği beyan edilerek şöyle buyrulmaktadır:
“Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylendiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik.” (Bakara Suresi: 59)
İsrailoğulları’nın ihanet ettiği Hz. Musa (as)’ın gerçekleştirmeye çalıştığı sosyal ve siyasal nizamın ana hatları şöyle beyan edilmiştir:
“Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de “asanla taşa vur” demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah’ın rızkından yeyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” (Bakara Suresi: 60)
Taştan on iki pınar fışkırmasının nedeni her fırkanın kendi su içeceği yeri bilmesi ve birbirleriyle çatışmaması içindir. Hz. Musa (as) her kabileye bir lider seçmiş ve her lideri kendisine bağlamıştır. Müfessirler, Hz. Musa (as)’ın son sözü söyleyen ama her kabilenin kendi iç işlerinde bir nevi bağımsız bir sistem kurduğundan söz etmişlerdir. Siyer âlimleri, Hz. Muhammed (sav)’in savaşa giderken her kavmin ayrı başlar ve sancaklar altında tevhid bayrağı altında savaştıklarını nakletmişlerdir. Kısaca İslam farklılıkları bastırmak için değil yönetmek için gelmiştir.
İsrailoğulları nasıl bozulmuş ve birbirlerine düşmüşlerdi. Sonraki ayette ise şöyle buyrulmuştur:
“Hani bir zamanlar, “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” dediniz. O da size “O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır” dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet, öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet, öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara Suresi: 61)
İsrailoğullarının çok çeşitli yemek istemeleri kınanmamıştır. Zaten onların böyle bir muradı da yoktu. Onlar Fir’avun nizamı gibi insanların birbirlerini ezdiği bir nizam istiyorlardı. Her kavim, birbirlerine üstünlük taslamamaktan son derece sıkılıyordu. Netice de bu toplumlar ulusal devlet, zilletine düştüler. Ulusalcılık ve kavmiyetçilik birlik ve beraberlik getireceğine insanları birbirine düşürür. Biz de aynı zillete düştük ve Osmanlı’dan sonra dünya üzerindeki iddiamızdan vazgeçtik.
Yeniden izzetli günler arıyor muyuz? Osmanlı bizim için ders alacağımız örneklerle dolu. Yavuz Sultan Selim (rh.a) ile Şeyh İdris-i Bitlisi (rh.a) arasındaki münasebetleri incelememizde fayda vardır. Bu konu bu köşenin hudutlarını aşar. Ama şu kadarını söyleyelim. Osmanlı’da “Kürt Sorunu” yoktu. En azından İttihatçılara kadar. Bu sebeple başlıkta “Kürt Sorunu” demedik, “Kürt Meselesi” dedik. Ufkumuzu açmaya ne dersiniz?
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.