Yönetilenlerle yönetilenler arasındaki ilişki acaba yönetenlerin yönetmeyi çok istemesinden mi yoksa yönetilenlerin yönetildikleri sürece kendilerini güvende hissetmeleri üzerine mi kuruluyor? İlle de birilerinin çıkıp adımıza karar almaları, bize neyin yararlı neyin zararsız olduğuna karar vermedikleri bir dünya hayal ederken kendimi “peki ya sonra ne olacak?” sorusunun sorulması gereken bir labirentin içinde buluyorum. Aramızdaki duygusal bağ, çocuk ve ebeveynlerin arasındaki bağ gibi aslında. Adımıza ne kadar karar alınırsa o kadar çok iyiliğimizin istediğini düşünüyoruz belki de.
Ne yaparsak yapalım, nasıl hayaller kurarsak kuralım, akıl ötesinde sınırları olmayan ütopik ülkeler düşleyelim, zor ve acılı bir dünyada yaşadığımız gerçekliğini değiştirme imkanımız yok. Temel gereksinimler piramidinin basamaklarını gerçekleyerek aidiyeti sağlamak amacıyla, kendimize topluluklar kurmaya ya da kurulmuş topluluklar oluşturmaya, kendi topluluğumuzu da her zaman diğerlerinin üstünde tutmak için çalışmaya devam edeceğiz. Bizim gibi düşünmeyenin bizden olmadığını varsayarak bizi daha kuvvetli kılacağını inandığımız yöneticiler seçeceğiz. Ne zamanki kendi popülâsyonumuz içerisinde aykırı görüşler başlayacak, hayır öyle değil böyle olması gerekir diyenler çıkacak o zaman o seçtiğimiz yöneticilerin çatık kaşlarını, demir yumruklarını göreceğiz. Taraflar belirlenecek asiler ve düzenin sadık bekçileri yerlerini alacak.
Hani bazen diyorum yönetenler olmasa, tıpkı akvaryumumdaki iki İnci Guraminin dünyası gibi sakin olsa dünya. Mümkün değil biliyorum doğaya aykırı. Yalnız başına yaşayan türlerden başka her topluluk başına bir ille de bir baş istiyor. İnci Guramiler yemlerini verdiğim, suyu temiz tuttuğum sürece mutlular. Sessiz sedasız, isyansız yaşayıp gidecekler. Yavru verirlerse sevineceğim. Belki ödül olarak beslenme saatini arttırabilirim. Yeni bir bitki ekler, aralarında daha rahat dolaşacakları delikli kayalar koyabilirim. İnsan gibi karmaşık bir düşünce sistemine sahip olmadıkları için yaşadıkları su tankına çoğalmaktan başka katkıları olmayacak. Oysa o İki Guraminin yöneticiliğini yaparken asıl unutmamam gereken mutlak kudretin beni yem vermek için sadece aracı olarak görevlendirdiği.
Dünya böyle bir dünya. Adına ülke denen sınırları çizilmiş topluluklar ve çizilmiş sınırlar içerisindeki birbirinden farklı düşünen, bazen farklı dilleri konuşan insanların gizli eller vasıtasıyla güdüldüğü, bazen sağa, bazen sola, bazen yukarı, bazen aşağıya sürüklendiği bir dünya. Kitlelerin bazen coşturulduğu, bazen sindirildiği, bazen korkutulduğu, bazen aç bırakıldığı, bazen ödüllendirildiği, bazen cezalandırıldığı bir dünya. Kendi aralarındaki savaşta kaybedenlerin dışında zafer, her zaman diğerlerini saf dışı bırakıp en tepeye oturmayı başaran yöneticilerin olacak. Yönetilenlerse kendilerinin kazandığını zannederek, inandıkları ve güvendikleri yöneticiler kazandıkça alkış tutacak. Dünya ilk kurulduğundan beri olduğu gibi yine, dokunulmazlığı, eleştirilmezliği olan yüceltildikçe yüceltilen ama aslında herkes gibi insan olan ve içlerinde bütün canlılar gibi dışarı atma ihtiyacı duydukları fazlalıkları taşıyan yöneticilerin olacak.
Bir hikaye:
Bundan uzun yıllar önce Japonya kıyılarında balık çeşitleri azalır. Halkın balığı çok sevmesi ve tüketmesinden doğan talep yüzünden yeni arayışlara girer balıkçılar. Daha fazla balık avlayabilmek için daha uzaklara açılırlar ama gidiş gelişlerin bazen bir haftadan da uzun sürmesi yüzünden yakaladıkları balıklar tazeliğini kaybetmektedir. Sorunu çözmek için gemilere soğuk hava depoları yaptırırlar ama deniz ürünlerini çok seven ve özelliklerini yakından bilen halk yine de memnun olmaz. Hassas damakları önlerine sunulan yiyeceğin ilk günkü tazeliğinde olmadığını çok çabuk anlar. Balıkçılar bir süre kafa yorduktan sonra gemilere soğuk hava deposu yapmak yerine yakaladıkları balıkları canlı canlı kıyıya ulaştırabilecekleri havuzlar yapmaya karar verirler. Kıyıya getirilen canlı balıklar dondurulmuş olanlara göre biraz daha lezzetli olsa da yine de halkın beklediği tazeliği verememektedir. Balıkçılar bunun nedenlerini ararlar ve havuzlara koydukları balıkların yeterince hareket etmediğini, canlılıklarını kaybettiklerini ve yaşayan ölülere dönüştüklerini fark ederler. İşte o zaman akıllarına müthiş bir fikir gelir; havuzlara doldurdukları balıkların arasına birkaç köpek balığı atarlar. Köpek balıkları saldırdıkça hayatta kalmaya çalıştıklarından sürekli hareket halinde olan balıklar ilk günkü tazeliklerini kaybetmeden kıyıya kadar ulaşırlar.
Yorum mu? Yorum da sizden olsun.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.