Bugün ecnebi(!) Edebiyatından vizem vardı, şükür ki iyi geçti. Yalnız şu yazımda başka bir konudan bahsedeceğim. Edebiyat hocam bulunduğum ülkede sayılı Profesörlerden bir tanesi, hem kendi alanında hemde ünvan olarak pek az var zaten, bu da onu önemli yapıyor. Kendisi aslen müslüman kökenli ve bunu çok önemsiyor ona göre hareket etmeye çalışıyor. Bu zat-ı muhterem ders işlerken; o kadar dikkat ediyor ki, seçtiği kelimeler ve kendi kitabında kullandığı üslup hocayı karakterize etmek için yeterli. Mesela; Edebiyattaki bir çok eseri sonuçlarına, temasına, motiflerine bağlı kalarak, ancak kendi sınırları ve özden kopmadan ve tamamen doğru bilip ona göre kendisini yönlendirmeden, zarif bir dokunuşla işliyor. Edebiyatçıya da ufacık bir laf dokundurmadan eserleri analiz edip noktalıyor. Kendisi dünyada bir Profesörün sahip olacağı her şeye de sahip bu arada. Ancak hiçbir beyin akımı adamın kendi duruşunu değiştirmemiş, değiştirmiyor da..
Pembe ayakkabılar....
Zamanla bir kız çocuğu vardı; annesi onu o kadar çok severdi ki, saçlarını yaşlandığında bile kendisi örer çiçek yaprağı gibi parlak hale getirirdi. Hele de babası ona pembe ayakkabılar almaz mıydı? Bayılırdı babasına eve geldiğinde yanakları kızarır tatlı bir hale gelirdi. Tabi babası o iş yorgunluğunu, hem kızına aldığı ufak hediyeleri verdiğinde sevincine ortak olarak hele de ayakkabısı eskidi ise, yeni pespembe ayakkabıları alıp gözlerinden öpüp kızarmış yanaklarından ısırdığında anca atabiliyordu.
Zamanla kız çocuğu ilkokulu, liseyi bitirdi. Lise sonda dahi spor beyaz olsa da kenarları pembe ayakkabıları vardı. Kız her zaman pembe idi. Bilgiye pembe bakar, ailesine pembe bakar, pespembe hayatın zorluklarını pembe bir cila ile örterdi, pembeydi işte... Üniversite için lisenin son yılında kendisini çok yormuştu, bu arada da hayatına bir kaç erkek girmişti, kimi annesinin ördüğü saçını beğenmeyip ayrılmıştı kız çocuğundan, kimi de dünyaya pembe bakışlarını beğenmemişti. Daha sonra kız çocuğu üniversiteye başladı orada; daha önce tanıdığı insanların tam 180\% değiştiğini, en yakın arkadaşının bile daha 1 ay önce hiç ilgilenmediği konular ile artık ilgilenmeye başladığını, ortamdakilerin kendilerini bir kalıp içerisine sokmaya çalıştıklarını, dünya adına karar mekanizmasının kendi merkezlerinde olduğunu düşündüklerini, hatta ve hatta kendisi gibi örgülü saçları olan arkadaşının dağınık ve bir tarafı mavi diğer tarafı kırmızı olan saçlara büründüğünü gördü. Kır saçlı, nazlı babasının kendisine lise sonda aldığı ve halen kullandığı pembe ayakkabıları üzerindeydi.
Ve birden utanma hissetti. Aslında bu küçük kız çocuğu değildi, ancak pembe ona gitmiyordu, ayağına yakışsa bile çevresindekilerin ona yiyecekmiş gibi baktığını görür gibiydi. Ne yapacaktı? Babasından para isteyip kendisine üniversitelilerin giydikleri gibi bir ayakkabı mı alacaktı? Üzecek miydi nazlı babasını? Bir türlü karar veremiyordu. Aslında herkesin bir ailesi vardı ve bunu herkes yapmıştı, görmüştü arkadaşı bile örgülü saçlarını ne hale getirmişti...
Kız daha sonra arkadaş çevresinin tanıştırdığı bir iş adamının sahip olduğu operatörlük işine girmişti part-time. Orada belli bir miktar kazandıktan sonra ayağındaki pembe ayakkabılarla AVM'ye gitmişti. Tekrar utanma hissetti, bu sefer normal değildi, siyah, hafif yumurta topuklu bir ayakkabı alacaktı, hem artık giydiği kalem eteğe de yakışacaktı. İlk defa kendi istediği bir model ayakkabı alacaktı, ne de olsa arkadaşları kadar rahat olmalıydı.
Çıkarttığı pembe ayakkabısını bir kenarı attı. Artık kendisi hem bir iş kadınıydı, hemde üniversiteli bir genç. Kendi parasını kendisi kazanıyordu ve bu şekildeki bir hayat kendisini güçlü kılıyordu. Artık bazı eksik veya kendisine göre yanlış bulduğu şeyleri eleştirmekten hiç çekinmeyecekti. Bu da kendisini insanlardan bir adım ön plana çıkarmasına yetecekti.
Gel zaman git zaman üniversitesi de bitti. Okul boyunca çalıştığı operatörlük şirketine müdire oldu. Artık kendi ekmeğini yiyordu. Hem ömür de uzun değil miydi? Annesinin bukle bukle ördüğü saçları, düz, fönlü, siyah bir şekil almış, babasının kendisine zamanında hediye ettiği şeylerden artık hiç haz etmiyordu, hele de pembe ayakkabılardan. Artık ihtiyacı yoktu o pembe ayakkabılarına. Hayatta daha önemli şeyler vardı çünkü pembe ayakkabılardan, mesela; arkadaşları arasında en iyi görünüme sahip olmak, bulunduğu ortamda ağır olan ideolojiye sahip çıkmak, geldiği yeri unutup gideceği yere kendisini hazırlamak gibi. Hem o değil miydi kendi ayakları üzerinde duran, kime neydi ki nasıl yaşadığı. Yanakları artık pembe olmuyorsa, hayata pembe bakmayıp ta sıkı sıkı sarılmasından kendisi değilde kim sorumlu olabilirdi ki! Olamazdı belki ama, Hristiyan birisi kendisini çok sevse din bile değiştirebilirdi, ve buna kimse karışamazdı. Çünkü kendi parasını kendisi alın teriyle kazanıyordu, hakkıydı kendi seçtiği! yaşam tarzı onun. Ve artık pembe ayakkabı giymiyordu... Çünkü pembe ayakkabılar kendisini yansıtmıyordu.
Son olarak güzel bir duble ile veda...
'' Kararmış bahtım, ağladığım yardın ve hayallerimde hep ama hep sen vardın
Uyudum kalktığımda yanımdaydın, ben gerçekte olmadığına yandım. ''
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.