Adı gibi “çılgın” bir proje "Kanal İstanbul"
Rusya'nın, Avrupa'nın, ABD'nin elini kolunu sallaya sallaya, tek kuruş ödemeden cirit attığı Boğaz'ımızdaki, yüzyılın tezgâhını devirme teşebbüsüdür bu çılgın proje.
Lozan'da, Serv’de, Montrö'da dayatılan (kimisi gizli) maddelere karşı, bir çılgınlıktır Kanal İstanbul.
Süveyş Kanalı para basarken, bizim elimizi kolumuzu bağlayan antlaşmalardaki bilinen bazı maddelere göz atalım;
1. Ticaret gemileri ve uçakları barış zamanında Türk Boğazlarından geçiş serbestîsine sahiptirler;
2. Savaş gemileri ve uçakları barış zamanında Boğazlardan geçiş serbestîsine sahiptir; ancak Karadeniz yönüne geçişte savaş gemileri için sınırlama vardır.
3. Savaş zamanı: Türkiye, Muharip değilse tarafsızlık haklarını geçişi engelleyecek şekilde kullanamaz; Türkiye Muharip ise; tarafsız devletlerin ticaret gemileri düşmana yardım götürmüyorlarsa geçebilirler; savaştığı devletin gemilerine karşı Türkiye, her türlü hakkını kullanabilir.
4. Boğazlar çevresinde belirli bölgeler askerden arındırılmıştır.
5. Antlaşmanın öngördüğü düzene uyulmasını başkanının Türk olduğu bir komisyon denetleyecektir.
Türkçesi; biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Kadıköy’den Eminönü’ye vapurla veya Boğaz Köprüleri’ nden araç geçişlerimizde verdiğimiz o paralar, yabancıların gemicikleri ve tankerleri ile Boğaz’dan geçişlerinden alınabilen ücretlerden kat ve kat daha fazladır.
Türkçesi, her yıl kaybımız en az 30 Milyar TL’dir. (Dipnot: Bu kayıp para iktidarın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaybıdır.)
Türkçesi; bir geminin ya da tankerin geçişini engellemenin tek yolu ise o ülke ile “savaş” durumunda olmaktır.
Türkiye’nin son yıllarda ne kadar geliştiğinin göstergesi, bu çılgın projeler de bile tatmin olmamamızda gizlidir.
Eskiden böyle bir projenin konuşulması bile, o günkü şartlarda inandırıcı olmasa da halkı heyecanlandırmaya ve barajın altındaki bir partiyi iktidar yapmaya bile yeterdi.
Bu topraklar bir “şapka” ile “ben sizin babanızım” söylemleri ile iktidarlar görmüşken, bu tezin gerçekleşme olasılığı yüksekti.
Adının ilk olarak “çılgın proje” denilmesi bilinçliydi. "Henüz zamanı var" izlenimi, “Yok be yapamazlar” izlenimi yaratıldı.
Ne zamanki işler hızlandı, ihale hazırlığına girildi, işte o zaman kıyamet koptu.
Masum bir eylem ile Taksim’e çıkan vatandaşlarımızın davasına, kimler çöreklenmedi ki?
İstanbul’u yaşanır bir şehir kılmak için, artık bir ihtiyaç haline gelen, 3.Boğaz Köprüsü ve 3.Hava Alanı gibi projeler de Kanal İstanbul’un üzerine eklenince; birilerinin kulaklarına “sözde özgürlük” şarkıları fısıldanmaya başlanarak “ayağa kalkmaları” emredildi.
Oysaki zaten kimsenin uyuduğu, oturduğu söz konusu değildi. Koalisyonların, bunalımların, krizlerin ardından, siyasi istikrarın sürdüğü son yıllarda, zaten kimsenin yerine oturmasına müsaade edilmedi. Şehit, terör, din, laiklik gibi yaralar her daim kaşınıp, diri tutulmaya çalışıldı. Kimse uyumuyordu. Başbakan yine aynı Başbakan’dı, söylemler yine aynı sertlikteydi.
Hatta Taksim yayalaştırma projesi için CHP bile Belediye Meclisi’nde: “Çok güzel bir proje olmuş, yıllardır bunu gerçekleştirmemiz, bizim eksikliğimizdir.” demişti.
Günler sonra anladık ki gerçekten ilk gün ifade edildiği gibi “mesele iki ağaç” değildi.
Çılgın projelere karşı, çılgınca türlü oyunlar tezgâhlandı ve âdeta halkın sabrı sınandı.
Meydanlardaki iyi niyetli gruplar özgürlüklerini, haklarını savunduklarını düşünseler de üst tabakalarda ise yaratılacak bu kaoslarla; siyasi istikrarsızlık, terör meselesinin çözümüne, ülkemiz için getirisi yüksek olacak bu projelere ve ekonomiye darbe amaçları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Alenen etkili isimler tarafından “Özgürlüklerimiz, vatanın bölünmesinden daha önemlidir” gibi bir düşünce ortaya konurken, vatanın bölünmesinden daha önemli olan hangi özgürlüklerden söz edildiği bilinmemektedir.
Alkol mü?
- İç kardeşim.
Namaz mı?
- Kıl kardeşim.
İktidarı, muhalefeti mi beğenmiyorsun?
- Parti kur kardeşim.
Bu ülkede 76.000.000 kişi bir arada yaşıyoruz. Beş parmağın beşi de bir değil, artık bunu görmemiz gerekiyor. Rakam büyük. Binde birimiz art niyetli olsa ki olasıdır, 76.000 gibi bir rakam eder.
Bu binde birden biri, Mustafa Kemal’in askeriyim diyerek camiyi bastığında, bu Atatürkçülerin Müslümanları hedef aldığını mı ifade ediyor?
Bu binde birden biri, Sünniyim diyerek Cemevi bastığında; bu mezhepler arasında çatışma yaşandığını mı ifade ediyor?
Mezhep çatışmaları Batı'nın uydurmasıdır. Unuttukları bir şey vardır; Tüm Müslümanlar için Allah(c.c) tekdir, Hz.Muhammed (s.a.v) Allah'ın kulu ve elçisidir, son peygamberdir. Bu ayrım fikri, kendilerinde düştükleri çelişkileri, bizlerde de görme arzusundan öte değildir.
Madem hepimiz aklımız erdiğince, siyaset konuşuyoruz, devlet yönetiyoruz(!); o halde gerçekçi düşünüp rakamlara bakmamız gerekiyor.
Terörden etkilenenleri, trafik kazalarından etkilenenleri, alkolden zarar görenleri, cezaevlerinde bulunanların hangi suçlardan demir parmaklıklar arkasında oldukları araştırıldığında “gerçek” sorunlarımız ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
Bu ihtimalleri de es geçmek tehlikeli ve büyük yanılgıdır.
Taksim’e çıkan kime sorarsanız Recep Tayyip Erdoğan’dan rahatsızdır. Diktatör olduğunu, tek adam olduğunu söyleyeceklerdir. Bunun sebebi görmek istenmese de muhalefetin ta kendisidir.
Siyaseti yakından takip etmiyorsanız, muhalefet partilerinin Başbakan’ın ağzına baktığını, “Ne dese de eleştirsem, ne dese saptırsam, ne yapsa da öyle olmaz desem?” diye beklediklerini görmüyorsunuzdur. Bunları yaparken de özellikle; iyiye iyi, kötüye kötü dememeleri, iktidar ne yaparsa kötüdür deme hastalığı halk nezdinde çıplak gözle görülebilmektedir. (Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Önce bir Başbakan konuşsun, ona göre açıklama yapacağım arkadaşlar” söylemleri ile sabittir.)
Özünde, Taksim eylemleri iktidar değil, muhalefet eksikliğinin bir göstergesidir.
Öyle ki gerçekten özgürlükler ve talepler konusunda samimi olan kişilerin, devlet tarafından atılacak her adımın, referandum yoluyla halka sorulması gibi bir seçeneği savunması doğru olmaz mıydı?
“Biz halkız, evdekiler değil” ya da yer değiştirerek “Evdekiler halksa, biz neyiz” anlayışı zaten başlı başına bir yanlıştır.
“Aramızda doktor var, avukat var, öğretmen var, eğitimli insanlarız...” ifadeleri ortaya çıkarken, acaba oraya gitmeyenlerin “cahil” olduğu mu düşünülüyor, bilemiyorum…
Yakın zamanda; Kanal İstanbul’un, iktidarı ihya etmek, Trakya’yı Anadolu’dan koparmak, açılan kanal ile petrol rezervlerimizi sömürtmek gibi bir amacının olduğunu, hatta ileri gidip Çanakkale’yi geçemediler ama Çanakkale’yi bizden aldılar gibi yersiz söylemler bekliyorum.
Ne diyelim, meyve veren ağaç taşlanır.
Not: Bu yazıda ilgili projeler ile Taksim eylemleri arasında nasıl bağlantı kurulduğunu merak edenlerin, Platform'un Hükümet'e sunduğu talepleri incelemeleri gerekmektedir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
Güzel ve yaşananları özetleyici güzel bir yazı olmuş. Elinize, yüreğinize sağlık.