Toprağı “Ana”, Devleti “Baba” bilen bir milletiz biz.
Varlığımızın yegâne temelleri olan bu iki değeri korumak, biz vatandaşların asli görevlerindendir.
“Doğruya doğru, yanlışa yanlış” demektir etik olan. Haksızlık karşısında susulması, haksız olana destek olmak ile eşdeğerdir.
…ve haksızlık karşısında suskun kalan, dilsiz şeytandır.
Taksim Gezi Parkı, tam anlamıyla "gaza gelinen" bir hadise haline gelmiştir.
Bir taraf hükümet karşıtlarının "gazına", diğer taraf iktidar gücünü arkaya almış olmanın "gazına" gelerek, sonuç olarak da biber gazı ile "gaz patlamalarına" sahne olmaktadır.
Üstelik, Belediye Meclisinde Gezi Parkı ile ilgili oylamada projeye "evet", sahadaysa "hayır" diyen bir iradenin, ne kadar çevreci(!) bir irade olduğunu bilmiyormuş gibi…
Kendi iktidar oldukları dönemlerde, Anadolu’nun her bölgesinde yapılan yollarda ve inşaatlarda, en ağaçsız bölgeleri tercih ettiklerini(!) ya da edeceklerini bilmiyormuş gibi…
Amaç çevreyi korumaksa, 3.Köprü ile doğanın tahribi, Gezi Parkı’ndan çok daha fazla olacakken; çevrecilerin(!) bu sahnede değil de Taksim’de olmaları “Çevre” ile ne kadar alakalıdır?
3.Köprü İstanbul için bir gereklilik durumunda olduğundan, savunulacak pek bir yanı yoktur. Kazanımları, kaybedileceklerden çok daha fazladır.
Ama Gezi Parkı’nda kurulacak bir AVM için, bu kadar tantana ne kadar doğrudur?
Bizde aile kültürü çok önemlidir.
Tanıyan bilir. Her evlat gibi, babama derinden saygı duyarım. Ancak doğrular kendi doğrularımdır… Babamın kızdığına kızmam, küstüğüne küsmem…
Bir yanlış varsa ortada, ne pahasına olursa olsun söylerim. Bu demek olmuyor ki “burnumun dikine giden bir çocuğum”.
Devlet babam da öyle…
Bu defa yanlış yaptı… Gaza gelenlerin, gazına gelerek, gaz patlamalarına sahne kurarak…
Ah be babacım, bilmiyor muydun onların derdi ağaç değil, toprak değil, su değil…
Kazanımları ve kaybedilenleri değerlendirdiğinizde, göreceksiniz ki;
Bir AVM için, tahriklere gelip sert müdahalelerde bulunmak, meseleyi ülke için tehlikeli yapılanmaların istedikleri bu boyuta getirmek, ne kadar doğrudur?
Gökdelenlere önce onay verip, sonra da “yok yakışmadı, yıksanız daha iyi olacak” demek ne kadar doğrudur?
Bununla birlikte;
“Çevre” konulu “Provokasyonlar” ile, halkı sokağa dökmeye çalışmak ne kadar doğrudur?
Tahrik edip, sonra “Polis başlattı” demek ne kadar doğrudur?
Biri bin yapıp, sosyal medyaya “Bu adamın üzerinden polis panzeri geçti” gibi uydurma fotoğraflar servis ederek, halkı meydanlara davet etmek ne kadar doğrudur?
Yeri geldiğinde mahkemelerde yıllarca bekleyen hadiseler mevzubahis olurken, sabah başvurulan bir dilekçe ile yürütmenin, aynı günün gecesi jet hızıyla bir neticeye bağlanması ne kadar doğrudur?
Bir anda Çevreci(!) kimliklere bürünen siyasi iradelerin, halkı Polisin önüne sürmesi ne kadar doğrudur?
Çevre(!) için yapılan bu direnişi görünce, tüm dünya olarak gözlerimizin yaşarmaması mümkün müdür?
Son bir kaç yıldır, Tayyip Erdoğan'ın miadının dolduğu ve Türk milletinin sabrının taştığı, kendi denetimlerinde olmayan bir yöne gidebileceği, Batı’dan esen rüzgârlardaki uğultulardır.
Batı, bunu önlemenin tek yolunun, “kendi denetimlerine” alacakları bir “hareket” olacağını dile getirmekte.
Bir anda AB’den, ABD’den acil ve yoğun ilgi gören bu meseleyi, çevre meselesi gibi görmek ne kadar doğrudur?
Bu kadar “yanlışın” içerisinde bulunmuş olmanın; size, bize, çevreye hiç bir katkısı olmayacaktır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.