ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Çözüm Süreci, Anomi ve Sonsuz Çatışma…

Cüneyt Başeğmez

24 Ekim 2013 Perşembe 03:50
  • A
  • A

“De ki: “Allah, sizi ondan ve bütün sıkıntılardan kurtarır, sonra da siz yine ortak koşarsınız.” (Enam Suresi: 64)

Ayet-i kerime’de zımnen bütün sıkıntı ve dertlerin “şirk”ten kaynaklandığı haber verilmiştir. Zaten bir sonraki ayet-i kerime’de şirk toplumlarının uğrayacağı belalar şöyle haber verilmiştir:

“De ki: “O’nun üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yeter.” Bak, ayetlerimizi nasıl inceden inceye açıklıyoruz ki, onlar iyice anlasınlar.” (Enam Suresi: 65)

Üstten ve alttan gelecek azabın sel ve deprem gibi azaplar olabileceği müfessirler tarafından izah edilmiştir. Fırkalara ayırıp insanların birbirlerine düşmesi sosyal bir azaptır. İhtilaflarını adaletle halletmeyen toplumlar anomi hastalığına yakalanırlar. Anomi kural tanımama hastalığıdır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “İnsan kendisinin başı-boş bırakılıvereceğini mi zannediyor?” (Kıyamet Suresi: 36) “Başı-boş” şeklinde mealini verdiğimiz “es-Süda” kelimesi; emirsiz ve yasaksız” anlamına gelir.

İnsanların fıtratlarına hukuka uymak duygusu yerleştirilmiştir. Ama toplumda uyulan yasalar adalete uygun değilse hızla anomi hastalığı yayılır. Hz. Peygamber (sav) Efendimizin şöyle bir tespiti mevcuttur:

“Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi, hevaya uymak ve tul-i emeldir. Hevaya uymak insanı hak yoldan saptırır, tul-i emel ise ahireti unutturur.”

Hevaya uymak kurallara uymama durumunda ortaya çıkan bir durumdur. Heva kişinin kendini salıvermesidir. Bu sebeple heva, uçurumdan aşağı düşmek şeklinde tefsir edilmiştir. Elbette uçurumdan düşen insanın akıbeti fenadır. Biraz sonra yere çakılacaktır ama tul-i emel sahibi olduğundan önünü göremez. Zaten hadis-i şerifte zikredilen ahireti unutma durumu sadece “kıyamet gününü” unutma anlamına gelmez. Ahiret, insanın zaman olarak içinde bulunduğu halin ötesini ifade eden geniş kapsamlı bir kelimedir.

Başta sekülerizm olmak üzere bütün ideolojiler, hevaya uyma durumunu resmederler. İnsanlar kendi kanunlarını yapmaya başladığı anda kanunun kutsallığı kaybolur. Kanunlar tıpkı Mekke Müşriklerinin acıkınca yedikleri helvadan puta dönüşür. İmam Maverdi (rh.a); “İmam (Devlet yöneticisi), ümmetin haklarını yerine getirdiğinde, ümmetle ilgili hak ve görevleri konusunda Allah’ın hakkını yerine getirmiş olur. Bu sağlandığı zaman ümmetin, imamın durumu değişmediği sürece iki borcu vardır: İtaat ve yardım” tespitini yapmıştır. Dolaysıyla hakka dayanan kanunlar sadece huzurun değil istikrarında vesilesidir. Ayet-i kerime’de şöyle buyrulmuştur:

“Onlar (o mü’minler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülükten nehyederler.” (Hacc Suresi: 41) Dolaysıyla iktidar da olan her gücün gücü yettiğince iyilikleri yaygınlaştırması ve fitne ve fesadı engellemesi onlardan beklenir. Zaten siyaset; toplum içerisinde değer dağıtımını emredici yoldan gerçekleştiren süreç şeklinde ifade edilmiştir. Siyasetle ahlak yine siyasetle adalet arasını ayırdığınız zaman sadece güç ile iktidarınızı korumanız mümkün değildir. Toplumsal çalkantılar gitme beni de götür der.

Türkiye’deki iktidar ne yazık ki hiçbir meseleye normatif yaklaşamamaktadır. Her meseleyi demokrasi paketleriyle çözeceğini zanneden AK Parti büyük bir yanlışın içerisindedir. Aristo “Demokrasi” hakkında şöyle demektedir:

“Demokrasi, avamın egemenliğidir. Oligarşi ve tiranlıkla birlikte, üç kötü hükümet biçiminden birisidir. Bu üç hükümet biçimi de yöneticilerin kendi çıkarlarını sağlama temeline dayanır.” Demokrasi sadece iktidarın nasıl teşekkül edileceğiyle ilgilenir bir din değildir. Ama ne yazık ki iktidar, demokrasiyi bir din gibi görmekte ve onu her kapıyı açabilecek maymuncuk gibi görmektedir. Demokrasi nezlesi temel problemlerimizi çözemez halkın da uyması gereken bir takım normatif kurallar olmalıdır. Temel hak ve hürriyetler seçimlerin konusu olmaktan çıkarılmalıdır. “Şu adımı atarsam oylarım düşer veya bu seçimlerde milliyetçi oyları almak için anadilde eğitim bölücülüktür” gibi sözler söylemek halk dalkavukluğunu gündeme getirir. Bu noktada Cemil Meriç’i dinlemekte fayda vardır:

“Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş bu kelimeye!.. Her demagog kendi yalanlarını!.. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış. Nedir bu demokrasi? “Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir” diyor Voltaire. “Demokrasinin temeli fazilettir” diyor Maontesguieu!... De Maistre “Hırstır” diyor. “Demokrasi adaletin temelidir” Vacherat’a göre. Proudhon’a göre “Ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir.” Thierryi için “Demokratik Cumhuriyetlerin sonu ahlaki bir alçalıştır.” Günümüze gelelim: Weberci bir sosyologa göre demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran ön faraziye: Hürriyet!.. Hürriyet demokrasinin başlangıcından itibaren mevcuttur. Derece kabul etmeyen kayıtsız şartsız bir hürriyet. Bu mefhum demokrasinin amacını da belirler: Eşitlik!..” Aslında demokrasi Başbakan Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi sadece “sandıktan” ibarettir. O, ne kural belirleyebilir ne de değer üretebilir.

Türkiye problemlerini çözmek istiyorsa normlarını ilan etmelidir. Seçimlere bağlı olan süreçlerle Türkiye hiçbir problemini çözemez. Kaldı ki 80 yıllık Cumhuriyet Dönemi’nin hiçbir problemi onca paketlere rağmen hiçbiri çözülememiştir. Bu durumda insanların birbiriyle çatışmasından doğal bir şey beklenemez. Kuralları belirtilmemiş hiçbir çözüm süreci, çözüm süreci olamaz.

Cumhuriyet kurulduğundan bu yana meseleleri çözmenin yolu olarak her zaman mahkemeler görülmüştür. Sosyal hayat her zaman mahkemelik olmuştur. İstiklal Mahkemelerinden Özel Yetkili Mahkemelere kadar olan süreç yıkılmayan ve kesintiye uğramayan bir gelenektir. Dünyada en çok siyasi suçlu olan ülke hala Türkiye’dir. Durum böyle giderse anomi hastalığının yayılması ve gücü yetenin yetene hükmettiği bir kaos halinin yayılması kaçınılmazdır. Eğer öyle olmasaydı Hüseyin Çelik’in “PKK silah bıraksa bile KCK’lıların bırakılması söz konusu olamaz. Çünkü onlar suç işlediler” demesi lazımdı. Ama Hüseyin Çelik aksini söylemektedir çünkü “vicdanen” siyasi suç kavramının haksız olduğunu kendisi de bilmektedir.

Adalete önem vermeyenler yoldan sapıp uçurumdan aşağı düşerler ama uçtuklarını zannederler. Hükümetin en azından 7 Şubat Darbesi’nden ders alması lazımdı. Bu mahkemeler, kendisine karşı kullanılabiliyorsa başkaları hakkında da kullanılmış olabileceğini aklına getirebilmeliydi. Ama tul-i emel (iktidar hırsı) bunu görmesini engelledi. Devam eden davalar açısından Özel Yetkili Mahkemelere devam dedi. Toplumda gerginleşmeler artmaktadır. Bazıları hükümet zaten gelecekte af üzerinde çalışıyor gibi basit mühendislik mantığı ile akıl yürütmektedir. Ama gerilim o kadar büyük bir şekilde birikmektedir ki, “Genel Af” bile gidişatı durduramaz noktaya ilerlemektedir. Bana göre hükümet isminde geçen “adalet” kelimesine dikkat etmelidir. Bu ülkede bu şartlarda terör başlarsa bir daha hiçbir zaman durmaz.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.