Tabiatı icabı sosyal bir varlık olan insan bu özelliğini aşamaz ve zaten tek başına yabanice yaşamak arzulanılır bir yaşam şekli değildir. Beşerin toplum alakalarını sürdürürken bir takım yasalara dayanması sosyal sistemin sağlıklı ilerlemesi için zaruridir. Anarşisizim felsefesi; toplumsal kuralların bizzat varlığının gereksiz olduğunu belirtse de pratikte yasalar olmadan düzen oluşamayacağı tüm insanlar tarafından malumdur. İnsanların bu konudaki ihtilafı kanunların varlığı değil bu yasaların hangi temeller üzerine kurulması gerektiği üzerindedir. İnsan-insan, insan-toplum, insan-eşya ve insan-Allah ilişkilerinde merkezde bulunması gereken değer ne olmalıdır?
Avrupa Birliği ekonomik birlikteliğin siyasal ittifaka dönüşmesi sonucu ortaya çıkan bir yapıdır. ABD’yi birleştiren ve ortaya çıkaran temel unsur ekonomidir. Birleşik Devletler, Batı’da altın peşinde koşanlar tarafından kurulmuştur. Bu sebeple köklü bir geçmişi/tarihi yoktur. Aslında düşünceye dayanan felsefeler bile maddeye dayanmaktadır. İdeolojilerin hedefi üretim araçlarının kimin kontrolünde olması gerektiği ve üretilen mamullerin nasıl dağıtılması gerektiği üzerine kuruludur. Burjuva, proletarya gibi sınıflar sosyal, siyasal veya kültürel bir sınıflandırmayı ifade etmez. Bu sınıflar tamamen ekonomik sınıflardır. Sosyal, siyasal, kültürel farklılıkları ekonomik farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Batı toplumlarında genel geçer bir ahlak anlayışı bulunmaz. Bir kapitalistin ahlak anlayışı ile sözgelimi bir işçinin etikleri arasında çok köklü farklılıklar vardır.
“Demokrasi” bile sınıfların birbirleri ile ilişkilerinde kullandıkları bir kavramdır. Dolaysıyla demokrasi bile bir üst ve merkez değer değil sınıf çelişkilerini asgariye indirgeyen bir uzlaşma rejimidir. Türkiye gibi ülkelerde ekonomiye dayanan keskin çizgilerle ayrılan bir sınıf anlayışı ve kilise gibi ruhban sınıfı olmadığından bu iki kavramın ciddi krizlere ve darbelere dayanmadan yaşaması mümkün olmamıştır. Tarihi mirasa ve sosyal olgulara dayanmayan bir kavramın pratik bir anlamı yoktur. Camide işçi, çiftçi ve patron aynı safta ibadet ediyor ve ikisini de bağlayan aynı din olduktan sonra bu insanları keskin sınırlarla ayırmanız mümkün olmaz. Bu insanlar değişik tarihi, kültürel ve siyasal sebeplerle güçlerini şu an için siyasal alanda gösteremese bile realite ile uygun olmayan kavramları mutlaklaştırmaları mümkün değildir. Türkiye’de halka rağmen halk için siyaset yapan kimselerin anlamadığı da budur.
Dünyada BM, IMF, Dünya Bankası, ABD ve Avrupa tarafından temsil edilen küresel sistemin merkezinde bulunan değer ekonomidir. Ekonomi hukuku, hukuk siyaseti, siyaset sosyal hayatı, sosyal hayatta kültürel ve ahlaki kaideleri belirlemiştir. Dolaysıyla batının dayandığı hukuk, siyaset, sosyal hayat, kültürel yaşantı ve ahlaki kaideler güce dayalı olarak oluşmuştur. Kuvvet, bilhassa maddi güç burada belirleyici bir fonksiyon olmaktadır. Hakiki değil sanal bir değeri vardır. Bu belirtilen tüm kuralların ilkesel bir temele dayanmadığı aksine gücü elinde bulunduran kesimlerin niyetine göre köklü değişikler gösterebileceğini ortaya koymaktadır. Sözgelimi AB; Yehova Şahitlerinin dini sebeplerle askere gitmeme hakkı olduğunu belirtmesine rağmen İslam Dininin bir emri olan başörtüsü ile okula gidilmesinin yasaklanmasına onay vermesi adamına göre değişen hukuka en iyi örnektir. Bunun gibi Türkiye’de siyasal ve sosyal rejimi zor kullanmadan değiştirmeye çalışan ve sadece fikirlerini açıklayan kimseler eğer bir parti iseler çok kolay şekilde “anayasa”ya aykırılıktan kapatılırken elinde silah olan bir başka kesim kanunlara dayanarak anayasayı bile ortadan kaldırabilmektedirler. Bu bir çelişkidir fakat bu çelişkinin altında değer merkezli olmayan ekonomi, siyaset, sosyal hayat yer almaktadır.
Türkiye’de hem Kemalizm’in hem de Kemalistlerin adı koyulmamış bir dokunulmazlığı vardır. Hatta tarihi bir kişilik olan Mustafa Kemal’i koruyan kanunlar vardır. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen kimseler kendilerinde iktidarı değiştirecek güç vehmetmelerinin arka planında bu anlayış bulunmaktadır. Dersim gibi kanlı hadiselere imza atan ve şapka takmadığı için kadınları bile asan Kemalistler oy ile seçilmese bile her daim iktidar gibi muamele görmek isterler. Taksim Olaylarında 1 polisi öldürmelerine ve iki polisi de yaralamalarına rağmen polis şiddetinden yakınmaları içinde bulundukları şımarıklığın kelimelerle ifadesini bile imkânsız kılmaktadır. Kısaca Kemalizm, arkasında herhangi bir ahlaki değer olmayan kendi başına bir değer olarak ifade edilmekte ve demokrasiden bile üstün tutulmaktadır. Türkiye’de Atatürkçülük için demokratik hayat defalarca kesintiye uğramış ve resmi ideolojili bir demokratik (!) hayat ön görülmüştür. Kemalizm sıradan bir ideoloji olarak kabul edilmediği sürece ne Kürt sorunu çözülebilir ne de diğer sorunlar. Zira atacağınız bütün çözüm önerileri karşısında Kemalistlerin şirretliği ile karşılaşmanız her zaman mümkündür. Artık şu anlaşılmalıdır. Türkiye’nin esas sorunu Kemalizm’dir.
İslam açısından din merkezde bulunması gereken bir değerdir. Hz. Muhammed(sav) insanları ilk önce iman etmeye çağırmıştır. Bundan sonra ekonomik, siyasal ve sosyal hayat dine dayanmıştır. Din merkezi bir değer olduğu için insanların hakları pamuk ipliğine bağlı kalmaz. Herkes aynı hukuka ve ahlaki kaidelere bağlı olarak yaşamlarını sürdürürler. Köklü çatışmalar böyle toplumlarda yaşanmaz. Gittikleri ülkelere sömürü niyetiyle hâkim olmazlar. Fetih ile işgal arasındaki en büyük farkta budur.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
- - Resul Tiryaki:10 Temmuz 2013, Çarşamba 00:43