Fizikte “albedo” diye bir kural vardır. Albedo, yüzeylerin yansıtma gücüdür. Mesela ayna, ışığın yüzde doksan beşini yansıtır. Su o kadarını yansıtmaz. Toprak da ışığı yansıtır amma albedosu düşüktür.
Soru şu: Müslümanların, Peygamberimiz’in (sas) aile hayatını yansıtma albedosu kaç? Veya Müslümanların böyle bir niyeti var mı? Peygamberimiz’in hayatını ümmet seviyesinde yaşamak isteyen kaç aile, Ezvac-ı Tahirat kitabını okudu, anladı, oradaki prensipleri yaşama gayreti gösterdi? Kavimlerin “bütünüyle” helak olma devri kapanmış olabilir amma İslamiyet’ten uzaklaştıkça “fertlerin, ailelerin, toplumların” helak olma devri devam ediyor. Bunca yıllık hayatımda gördüm ki Allah, İslam’ın dışında insanların huzur bulmasına müsaade etmiyor. Ya dine uyup adam gibi yaşanacak ya da dine uyulmayıp rezil olunacak. Bilhassa aile yaşantısında bu duruma pek çok kere şahit oldum.
Ben eşimle görücü usulü evlendim... Ailem ne kadar evlenmem için zorlamış olsa da ilim için, hizmet için, hatta tahsil için evlenmemem gerektiği inancındaydım. Amma Efendimiz (sas) buyurmuş ki: “İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir...” O halde öyle bir evlilik yapmalıydım ki, evliliğim beni hizmetten men etmemeliydi. Konuyu Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’ne açtım. O da dedi ki: “Evladım, tesettürüne dikkat eden bir hanımla evlen.” Tesettürlü bir hanımla evlendim. Hanıma daha ilk günden dedim ki: “Erkeğin hanımından istediği, itaattir. Ben senden bana itaat etmeni istemiyorum. Haramlardan kaçabildiğin kadar kaç, helal dairede sana sınır yok.” Hanıma akla yakın, kendini baskı altında hissetmeyeceği bir teklifte bulununca, o da bu teklif karşısında rahatladı. Aldığımız bu kararla aile hayatımız 50 senedir devam ediyor.
Hanımlar ve beyler ziyaretime geldiklerinde aile hayatlarıyla ilgili meselelerini paylaştıkları oluyor. Onları dinlediğimde görüyorum ki, evlerdeki münakaşaların büyük bir kısmı helallerle mücadele etmekten kaynaklanıyor. İslam’a aykırı bir hal, bir istek yoksa neyin kavgası veriliyor? Üstad Bediüzzaman buyurmuş ki: “Bana ıstırap veren, yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.” Evimizde İslam’ın maruz kaldığı bir tehlike yoksa huzurumuz yerinde olmalı. Hatasız kul olmaz. Eşler, bir insanla evli, melekle değil… Herkes kendi hakkını hukukunu bildiği gibi, eşinin hakkını hukukunu da bilse evler cennet bahçesi gibi olur.
Mesela “Kadına karşı şiddetin önlenmesi” için kanun çıkardılar. Bu kanunla şiddet ne kadar önlendi? Amerika’da olduğum yıllarda şiddet gören her kadının hükümetin himayesine alındığını öğrenmiştim. Konuyu araştırdım ve fark ettim ki, evinde mutlu olmayıp, kadın sığınma evlerinde yaşamaya başlayan hanımlar bir süre sonra tekrar evlerine dönmek istiyorlardı. Her hanım, en mesut, en rahat hayatı evinde yaşamak ister. Başka ortamlarda eksik olan bir şeyler vardır…
Her ideolojinin, her dinin filizlendiği yer de battığı yer de, evlerdir. Çünkü evler insanlara kapalı, yalnız Allah’a açıktır… Bediüzzaman Hazretleri, “Evlerinizi Medrese-i Nuriye’ye çevirin.” buyurmuştu. Yani evinizin durumu nasıl olursa olsun, bir değişimden geçirin ve evler medrese olsun.” demekti bu… O devir, Kur’an’ın toplatılıp yakıldığı bir devirdi. Risale-i Nur’ları okumak, tahkiki iman dersleri yapmak yasaktı. Said Nursi bu zulmün içinde dinî hayatın evlerde yeşereceğine inanıyordu. Şimdi elhamdülillah böyle bir yasak yok amma sosyal hayatın baskıları imana hücum ediyor.
Bizler de Üstad’ın, “Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar…” tavsiyesine uyabilirsek, cennet hayatının bir boyutunu evimizde yaşamış oluruz.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.