Tarih okumaya çalışan her genç yüzyıllık bir sendromla yaşıyor şüphesiz. Yirminci yüzyıl sendromu. Yirminci yüzyıl bir medeniyet için çöküşün ötesinde yokoluş demek. Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Milli Mücadele, borçlandırılmış bir devlet. Her noktada çöküş yaşayan Osmanlı Devlet sistemi , okumuş genç nesillerini Yemen çöllerinde, Trablusgarp'da, toprağa gömmüştü. Ortadoğu’da ayrı Balkanlar’da ayrı kötü anılarımız vardı. Mısır da akan kanlarımız hiç kalırdı Çanakkale'dekini yanında. Bunun gibi bir çok sebep yüzünden genç Cumhuriyet içine çekilmeyi tercih etmişti.
21. yüzyıla girdiğimizde ise merhum Özal bize Anadolu dışına açılmayı öğretmişti. 2002 yılında Türkiye ekonomik ve siyasi alanlarda kıskanılacak kadar başarılı istikrar dönemine girdi. Millet ise uygulanan politikalara 10 yıl boyunca desteğini esirgemedi.
Öte yanda ise bütün bir Osmanlı coğrafyası ağlıyordu. Filistin’de Bosna’da akan gözyaşlarımız Rabia meydanında da akmaya devam etti. Nükleer süreçte hep arkasında durduğumuz İran Suriye’de karşımızda çıktı. İran’ın PJAK politikası ise bilinmeyen bir denklem. Oysa biz aynı duyguyu Fahreddin Paşa ve askerleri silahlarını gözyaşlarıyla birlikte Ravza-i Mutahhara’ya bıraktığı zaman da yaşamıştık. O günlerde bazıları hiç sevmemişti Osmanlı Devleti’ni. Lawrence tamamdı da, Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal’ın vefasızlığı direnme gücümüzü kırmaya fazlasıyla yetmişti. Faysalı’ın torunları bugün Mısır’da tekrar karşımızda!
Mısır da olanlar çok uzak değildi bize. Çok eskilerden beri alışıktık acılara. One minüte’li günlerden bu yana unutuyorduk halbuki acılarımızı. 20. yüzyıl sendromunu ''one minute''le unutmak iyi gelmişti. Bütün bir Osmanlı coğrafyasında saygı görmeye başlamıştık. Depresyon halimizi bir kenara koyup ölü toprağı atılan devletimizin diplomatik yollarla tekarar ayağa kalkmasını hayretle izliyorduk. ''One minute'' bir insanın doğal refleksinden daha çok bir medeniyetin haykırışı gibiydi. Öz güvenimiz yerine gelmişti. Bu duyguyu bir de Galatasaray UEFA kupasını kazandığında hissetmiştim.!
Çok uzun sürmedi sevincimiz. Mavi Marmara’da afalladık kaldık. İsrail’i tanıyanlar ise hiç şaşırmadı. Arap Baharı ile bir hamlede daha yapmaya çalıştık. Görünmez ellerden insani yardımlar gitti. Selimce Barboras Hayreddin Paşa’ya yapılmış yardımlar gibi yardımlar. Elbet kayıtsız kalamazdık. Mısır da bahardan nasibini almış çiçekler açıyordu veya açacaktı. Ama küresel güçler bu yardımları kendilerine alternatif olarak gördüler. Hemen müdahale edip yeni kurulan iktidarlara müdahale etmeye başladılar.
Türkiye yeni kurulan iktidarlar tarafından rol model olarak alınıyordu. Çoğunun tarafı Türkiye tarafındaydı. Türkiye de bu hükümetleri açıkça destekliyordu. En sonunda Türkiye'nin senelerdir uğraştığı diplomasi neticelerini vermeye başlamıştı.
Diplomasimiz çok mantıklı duruyordu. Ama bir şeyler eksik gibiydi, çorbada olmayan tuz gibi bir şey eksikti sanki. Veya zamanlama yanlıştı. Türkiye'nin artık yetişmiş ve Anadolu çocuğu diplomatları vardı. Fakat diplomasiyi pekiştirecek, rakipleri zorlayacak gerekirse tehdit edecek yeterli askeri altyapısı yoktu. TSk’yı besleyen milli sanayi daha yeni yeni kuruluyordu. Bunu bilen küresel lobiler, zamansız öten horozun başını kesmek için tereddüt bile etmediler. Türkiyeyi hem Mavi Marmara'da hem de Suriye meselesinde zora soktular.
Suriye sınırındaki tekinsiz durumun üstüne Gezi Parkı olayları patladı. 2013’ün son çeyreğinde ise bu olaylar devam edecek gibi duruyor. Küresel lobiler henüz Türkiye'deki Arap sermayesi kozunu oynamış değiller.Yerel seçimler arası kozmopolitlik ittifaklar daha kurulmadı. Devlet ile cemaatin arasını da yeterince açamadılar. PKK ise barış sürecini kana bulayıp hükümeti zor durumda bırakmak için büyük bir iştahla emir bekliyor. İran'daki yönetim değişikliği ise büyük bir muamma. Yüzyıllardır devam ettirdikleri düşmanlıklarından vazgeçmeleri çok zor. Önümüzdeki bir sene Türkiye için çok zor geçecek. Küresel güçler tarafından İttifaklar kurulup nifak tohumları atılmaya devam edilecek.
Diplomatik olarak uluslararası kamuoyunu göreve çağırmak çok insani bir durum. Fakat milli sanayi ile desteklenen bir TSK revizyonu bölgenin gerçeklerine ve diline maalesef daha çok uyuyor. Sadece diplomasi bölge liderliği için yeterli değil. Çünkü bölgede zalim İsrail ve dengesiz İran’ın ne yapacağı hiç belli olmuyor.
Suudların ve İsrail’in desteklediği Mısır’da olan zulüm için ise, bu şartlar içinde sadece kalben buğz edebiliyoruz.
Yazımızın sonunu söz sultanı Hz Peygamber’in(asm) hadisiyle bitirelim.
Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğz edin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.