Arap Yarımadası'nda kahve meyvesinin kaynatılması ile elde edilen ve 1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından İstanbul'a getirilen kahve Osmanlı'da bir kültür halini alarak yepyeni hazırlama ve pişirme metoduyla gerçek lezzetine ve eşsiz aromasına kavuştu. Osmanlılar tarafından farklı bir hazırlama şekli ile güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi adını aldı.
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır gibi çok güzel ve özlü sözlerle ifade edilen Türk Kahvesinin zamanla özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve çok zengin ve köklü bir geleneği oluştu.
Kahvehanelerde, saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, yaygın bir şekilde içilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyordu. Misafirliklerde, kız istemelerde, devlet adamlarının ağırlanmasında özel bir öneme sahip oldu. Sabah yenilen yemek bile, "kahveden önce yenilen yemek" mânâsına kahvaltı (kahve altı) adını aldı.
Kısa sürede, gerek İstanbul'a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk Kahvesinin lezzeti ve ünü önce Avrupa'yı oradan da tüm dünyayı sardı. Avrupa'da ilk kahvehane (cafe) 1672 yılında Paris’te açıldı ve zamanla tüm Avrupa'ya yayılarak çok uzun yıllar Osmanlı'daki tarzıyla ve Türk Kahvesi adıyla hazırlanıp tüketildi.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.