Böyle fırtına öncesi sessizlik zamanlarında, edebiyatçı ve aydın kimlikli bazı tanınmış isimler, yani takipçi sayısı epey fazla olan ünlüler, belki yarı ünlüler, gökten bir emir almış gibi, tv ekranlarında boy gösterip, bu milletin kutsalına, dini değerlerine, örfüne, adetlerine laf eder, yüksek perdeden bakarak, kalbindeki kibri adeta, hakaret ettiği seksen milyonun gözünün içine baka baka kusar…
Bu ülkenin, bu milletin dini inancıyla, veya ona ait bir meta üzerinden alaycı bir ifadeyle pejoratif bir tarzda yorum yaparak aşağılar…
Bense, bu isimlerin tv’ye çıkıp, saldırması için adeta, yağmur duasına çıkmış çiftçi gibi bekliyorum…
Neden mi?
Endogomi ve onomastik, yani akraba içi evlilikler ve isimbilim, beni alır, bu isimlerin etnik köklerine kadar götürür…
Bugüne kadar beni hiç şaşırtmadılar, umarım bundan sonra da şaşırtmazlar…
Bu açıdan son hezeyan sahibi isim ünlü edebiyatçı Pınar Kür…
Klasik bir alevi-nusayri isyanı olan Gezi olayları sırasında, isyancı anarşist çapulcuları, "yeşilsever protestocu gençler" olarak tüm dünyaya takdim eden, küresel sermayenin uluslararası kanalı (Türkiye’deki ortağı Doğan grubu) CNNTÜRK’te Enver Aysever’in sorularını yanıtlayan ünlü edebiyatçı Pınar Kür, “ben öyle başını, şurasını burasını örten kadınlarla, tamamen Playboy dergisine çıplak poz veren kadınlar arasında zihniyet olarak fark görmüyorum. İkisi de kendisini nesne olarak sunuyor, özne olarak sunmuyor. Biri diyor ki, ben gencim güzelim, şöyle bacaklarım var, böyle göğüslerim var, göstereceğim diyor. Erkekleri böyle tavlayacağım diyor, Başını örten de, o da adamları azdırmamak için kapatıyor. İnançta böyle bir şey yok. Dindar bir ailede büyüdüm. Teyzem nenem namaz kılan insanlardı.” Diyerek, kalbindeki inançsızlığı gün yüzüne çıkardı.
Zaten daha öncede Pınar Hanım, Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması nedeniyle Çankaya Protokülüne de katılmamıştı…
Başörtüsü düşmanı yani…
http://www.internethaber.com/basortulu-kizlarla-playboy-kizlari-ayni-657932h.htm
Şimdi buraya kadar yazdıklarımı bir kenara koyun, tarihten başka bir olayı yazmak istiyorum…
789 Fransız ihtilalının ardından milliyetçilik fikirleri yayılmaya başlamıştı… Bununla birlikte yayılan başka bir fikirde pan-etnisite idi… Yani aynı etnik kökten gelen kavimlerin tek çatı altında birleştirilmesi… Rus Çarlığında Pan-Slavizm ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda Pan-Germenizm fikirleri hızla yayılmaya başlamıştı…
1848 yılında ilginç bir olay oldu…
Rus Çarlığı hâkimiyetinde bulunan Polonya’da azınlık olan Lehistan Yahudileri ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu hâkimiyetinde bulunan aslen Gagavuz olan Hristiyan Macar Türkleri bu politikalara karşı gelerek 1848 yılında büyük bir ayaklanma başlattılar. Rusya ve Avusturya, bu ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırdı.
Macar ve Leh Milliyetçilerinin liderleri, Sultan Abdülmecid’den sığınma talebi istediler. Sultan bu talebi kabul etti ve bu paşalar Osmanlı Devletine sığındı. Bu mültecilerin birçoğu Osmanlı ordusunda subay olarak görevlendirildiler ve Kırım Savaşında, 93 Harbinde yer aldılar.
Osmanlı Devletine sığınan bu mülteciler arasında Konstantin Borzecky de vardı. Yani Osmanik adıyla Mustafa Celaleddin Paşa…
Kendisi Nazım Hikmet’in, Ali Fuat Cebesoy’un ve TİP’li Mehmet Ali Aybar’ın büyük dedesidir…
Rus Çarlığına Pan-slavizm politikaları yüzünden isyan eden Mustafa Celaleddin Paşa, Osmanlı İmparatorluğuna sığındıktan sonra ilginçtir, Türko-Germen İmparatorluğu fikrini savundu. Bununla ilgili Eski ve Yeni Türkler isimli bir kitap yazıp padişaha bile sundu.
Orijinali Fransızca olan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çekirdeği olan Jön Türklerin çok etkilendikleri bu kitaba göre, Türkler ve Almanlar, yeryüzünün en eski ve en uygar iki milletiydi. Almanlar Hristiyanlıkları, Türklerde islamiyete inançları yüzünden, kendi değerlerini kaybetmişti. Eğer iki millet bu prangalardan kurtulup, müttefik hareket edip savaşa girerse, kesin savaşı kazanır ve büyük bir dünya imparatorluğu kurabilirdi.
Bizi Almanların yanında savaşa sokan Enver Paşa’nın kulakları çınlasın…
1848 Macaristan-Polonya ihtilalinden kaçıp gelenler, birbirlerine sıkıca sarıldılar ve dışarıya kız vermediler, dışarıdan kız almadılar. Boğazdaki aşiretlerin temellerini attılar.
Mesela Mustafa Celalettin Paşa’nın oğlu Hasan Enver Paşa, başka bir mülteci Müşir Mehmet Ali Paşa’nın (Karl Detrois) kızı Leyla Hanım ile evlendi.
Peki, Mustafa Celalettin Paşa kimle evlendi?
Ömer Lütfi Paşa’nın (Michel Lattas) kızı Safvet Hanım ile…
Yukarıda adı geçene diğer isyancı mülteci ve mühtedi diğer paşalar gibi Bektaşi meşrep olan Ömer Lütfi Paşa’nın diğer torunları arasında ünlü isimler daha var…
Bunlardan biri de “bayan edebiyatçıların anası” ünvanlı Halide Nusret Zorlutuna…
Halide Nusret Hanım, Robert Kolej mezunu türban düşmanı Pınar Kür’ün teyzesidir…
Pınar Hanım’ın türban düşmanlığı anlamlıdır…
“Dinime küfreden Müslüman olsa”, duruma en uygun atasözüdür…
Bir alıntı ile bitirelim:
Hazar Devleti’nin yıkılmasından çok önce, Kabarlar dediğimiz birkaç Hazar boyunun Macarlara katılarak Macaristan’a göçtüğünü zaten bilmekteyiz. Bundan sonra X. YY’da Macar soylularından Dük Taksony ikinci bir grup Hazar kafilesini kendi topraklarına yerleşmeye çağırmıştır.
İlk bakışta dikkat çeken nokta, Macaristan ve Polonya’da ilk zamanlarda seçkin Yahudilere verilen görev ve mevkilerin birbirine çok benzemesidir. Gerek Macar, gerekse Polonya kaynakları Yahudilerin darphanelerde görev aldığını, hazine yöneticisi, tuz tekeli denetçisi, vergi toplama görevlisi ve faizci, yani bankacı olduklarını belirtmektedir. Bu uygunluk bize bu iki göçmen topluluğun aynı kökenden gelmiş olabileceğini düşündürtmekte, ayrıca Macar Yahudilerinin kökünü Macar-Hazar yakınlığına kadar izleyebildiğimize göre, varlığımız bu yargının doğru olduğu izlenimin vermektedir. (13.Kabile, Arthur Koestler, sayfa 179)
Selam ve Dua ile…