Durup düşünmek lazım… “Neyi diye soracak olursanız?” KAYBETTİKLERİMİZİ…
Bir toplum düşünün her türlü ahlaksızlığı ve azgınlığı yapan bir toplum… Haklının haksız, haksızın da haklı görüldüğü… Hakkın ve Adaletin olmadığı bir toplum… Böyle bir toplum vardı 1400 yıl önce, çölün ortasında ve karanlıkta. İşte böyle karanlık bir toplumda bir Nur doğdu 571 senesinde… Öyle bir Nur ki; daha sonra bütün dünyayı kaplayacak olan bir Nur. O Nur’un adı Muhammed (sav) diye koyuldu. Yıllar geçti, yıllar geçtikçe O Nur büyüdü erişti kırkına… 610 yılında bir ses yankılandı Nur Dağı’nın Hirâ’sında. Hasretle beklenen bir sesti o ses…
Vahiy meleği Cebrail (a.s.) ıssız ve karanlık bir gecede, güzel bir insan suretinde, etrafa ışıl ışıl nurlar saçarak göz kamaştırıcı bir aydınlıkla Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) göründü. Tatlı fakat gür bir sadâ ile hitap etti:
"Oku!"
Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu! "Ben okuma bilmem" diye cevap verdi. Hazret-i Cebrail, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar:
"Oku!" diye seslendi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) aynı cevabı verdi:
"Ben okuma bilmem!"
Hazret-i Cebrail, ikinci kere Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi:
"Oku!"
Bu sefer Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav):
"Ben okuma bilmem," dedi. "Söyle ne okuyayım?" Bunun üzerine melek, Allah'tan aldığı ve Resulüne teslim etmeye geldiği Alâk Suresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
"Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir."
Heyecan ve haşyetin son haddinde Kâinatın Efendisi bizzat konuştuğu lisanla nazil olan ayetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen ayetler Allah Resulünün hem diline, hem kalbine yerleşmişti. O andaki vazifesi sona eren Hazret-i Cebrail de birden bire kayboluverdi.
Hirâ’dan dönünce eve; olanları anlattı zevcesi Hz. Hatice’ye… Hz. Hatice kabul etti O’na inenleri… Bu ilk kabul ve ilk tasdikti… Daha sonra anlattı Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (sav) anlattı insanlara gelen hakikatleri… Ebubekir ruhlular kabul etti gelen hakikatleri; Ebu Cehil ruhlular ise karşı çıktı o hakikatlere… Başladı zulümler o inanan bir avuç insana. Göçler tertip edildi, tarihe yön verecek ve Hicret diye anılacak göçler… İlki Habeşistan’a yapılmıştı bu hicretlerin. Adil hakkaniyetli bir kralın Necaşi’nin ülkesineydi bu hicret. Daha sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Medine’ye yaptı en büyük hicret… Hicranla, hasretle ayrılmıştı vatanı Mekke’den…
Medine’de gelişti, büyüdü doğdu İslam Devleti. Adalet gelmişti dünyaya, huzur gelmişti, sevgi gelmişti, kardeşlik gelmişti…
Kızlarını diri diri toprağa gömen… Vahşet ve zulümde sınır tanımayan… Hakk’ı hor görüp, haksızlığa teşvik eden bir toplumdan, bu toplumu M. Akif veladet gecesini için yazdığı şiirinde şöyle tarif ediyordu: “Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta, dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi.” İşte böyle bir toplumdan Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) karıncaya bilerek basmaktan ürken bir toplum haline getirmişti Allah’ın izni ve inayeti ile…
Peki, böyle bir Peygamberin izinden gittiğini iddia eden bizler: “Neyi ve nasıl kaybettik?”
Cevabı çok açık bugün yaşadığımız din biçimi ile, Kur’an ve Sünnetin sınırlarını ve çerçevesini belirlediği din biçimini karşılaştıralım. Arada bir fark yoksa ve mümkün mertebe Kur’an ve Sünnetin ışığında bir hayatta sürüyorsak: Hiçbir şey Kaybetmemişizdir.
NOT: Bu Yazı Mevlit Kandili münasebeti ile 11.01.2014'te kaleme alınmıştır. Paylaşılması biraz gecikti...
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.