Ülke olarak çok önemli bir virajı döndük. Hükümetin açıkladığı pakette milletimi daha refah seviyelere ulaştırabilecek veya bunun için basamak olacak maddeler mevcut. Ancak beni tedirgin eden şey bu maddeler uygulanırken adaletin gözetilmesi. Ülkemizde yaşayan azınlıkları elbette düşünmek zorundayız. Onların din, ibadet ve vicdan hürriyetini muhafaza etmemiz gerekir ancak onlar için çalışılırken çoğunlukların haklarını göz ardı etmek çok büyük bir hata olacağı gibi, bu çoğunluğun gözünde de o azınlıklar menfur konuma itebilir. Kim kendi evinde misafir muamelesi görmek ister ki. Bu çerçevede Süryanî vakıflarına devredilmesi kararlaştırılan Mor Gabriel manastırı arazileri dikkatimizi çekmiyor değil. Dünyanın ayakta duran en eski Süryani Manastırı olan bu yapı yüz hektardan büyük bir alan üzerine kurulmuştur. Mardin’in Midyat köyündeki bu manastır yetkilileri, köylülerin manastır arazilerini gasp ettiği gerekçesiyle 2008’de mahkemeye başvurmuştu. Şimdi araziler manastır vakfına geri veriliyor. Heybeli Ada’daki ruhban okulu da devredildi ve bu eğitim döneminde beş öğrenciyle eğitime başladı.
Hem tarihi değeriyle hem de geniş arazisiyle paha biçilmez bu yapıyı Süryani Vakfına devretmek, hem de tarihte birçok kez Müslümanlar aleyhine derin çalışmalar yaptığı bilinen ruhban okulunun tekrar açılmasına izin vermek ister istemez şu soruları aklımıza getiriyor? Ruhban okulunda Hristiyan dini eğitimine izin veriliyor da Cübbeli Ahmed Hoca’nın Çavuşbaşı’nda halkın desteği ile İslami eğitim ve tedrisat için yaptırdığı külliyeye neden el konuluyor? Azınlıklara bu topraklar veriliyor da çoğunluk olan Müslümanlar neden hala Ayasofya’da ibadetten mahrum bırakılıyor. 1935 yılında restorasyon bahanesiyle kapatıldıktan sonra müzeye çevrilerek bizden gasp edilen bu ulu mabedin hakkı niye biz Müslümanlara verilmiyor. Yoksa \%90’dan fazla Müslüman vatandaşın birkaç yüz bin kişilik azınlıklar kadar değeri mi yok? Peygamber Efendimiz’in övgüsüne mazhar olmuş Ulu Hakanımız Fatih Sultan Mehmed Han’ın bu günleri görürcesine sarfettiği sözler, acaba bu hususta yetkili kimselerin hiç mi kalplerini sızlatmıyor? Peki Ayasofya’yı müze olarak gören Müslümanların hiç mi hamiyetleri kalmadı? 1 Haziran 1453 tarihinde Ayasofya’yı İslam aleminin en değerli mabedleri içine ilhak eden Sultan Fatih şöyle buyurmuştu: “Kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini iptal veya fasık bir teville herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirse ve hatta yardım ederse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar, camilikten çıkarır ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister veya yalandan kendi hesaplarına geçirirse, ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olur. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin. Onların haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.
İmkan verilmişken ve yol açılmışken bilinçli Müslümana düşen yol almak ve mesafe katetmektir. Ayasofya’yı sahiplenen vakıfların mahkeme sürecine başvurmaları ve bu mukaddes mekanı tekrar ibadetle canlandırmaları, aynı şekilde şekilde Cübbeli Ahmed Hoca’nın külliyesinin de derhal sahiplerine teslimi için can siperane çalışmak lazımdır. Hak olarak benimsediğimiz bu davada en azından bir Süryani kadar çalışmak hepimizin boynunun borcudur. Aksi takdirde ahirette bundan sual olunacağımızın farkında olmamız ve Sultan Fatih’in yüzüne nasıl bakacağımızı düşünmemiz gerekir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.