Devletlerin güç parametreleri mevcuttur. Nüfus, ekonomik güç ve askeri güç gibi. Askeri güç, diğer güç parametrelerini koruduğu gibi onlardan da güç alır. Elbette ekonomisi güçlü olmayan bir ülkenin askeri gücü de güçlü olmayacaktır. Ama askeri olmayanın ekonomisi de mümkün olmamaktadır. Gerektiğinde ölecek insanları olmayan bir toplum her zaman yem olur. Hatta soykırımlara bile maruz kalır. Bu sebeple toplum ekonomik sıkıntılara maruz kalsa bile askerine iyi bakmak zorundadır. Pek tabii ki milletin değerlerini arka plana atan hatta milletin değerlerini kendisine tehdit olarak gören ordularla milletler arasında duygusal bağların olması mümkün değildir. Muhsin Yazıcıoğlu, “milletine silah çeken bir orduya selam durmam” diyerek çok önemli bir gerçeğe işaret etmiştir.
Orduların iki temek dayanağı mevcuttur. İdealleri ve milleti!.. İdealleri ve inancı olmayan bir ordu sadece bir yığındır. Yıkıcı ve serseri bir gücü olabilir ama inşa edici bir gücü olamaz. Milleti ile kaynaşmayan bir ordu da sadece milletin yüküdür. Bizim kültürümüz ordu-millet fikriyatına dayanmaktadır. Bu fikriyat bütün milletin asker olduğu tezine dayanmaktadır. Aslında bir millet; idealleri için savaşa, ölüme ve öldürmeye hazır olmalıdır.
İslam’daki bütün ibadetler kişiyi askerliğe hazırlamak açısından önemlidir. Namaz özellikle cemaatle kılınan namaz bir ordunun disiplini yansıtırken oruç ise askerlerin sabır eğitimi olmaktadır. Zekât fedakârlığı ve paylaşmayı simgelerken Hacc ise uzun mesafelere savaş için gitmeyi öğretir. En önemlisi Kurban ibadeti öldürmenin kutsal formunu yansıtır. Hz. Hüseyin (ra); “Hayat; iman ve cihaddır” şeklindeki tespiti askerliği ne kadar önemli gördüğünün ispatıdır. İslam Fıkhı’nda silah taşımak sünnettir. Her asker için silah namus gibidir ve elden bırakılmaz.
İdeolojilerin tamamı ilerleme inancına kör bir şekilde tapmaktadır. Onlara göre yarın bugünden daima iyi olacak ve dünya cennete çevrilecektir. Tek başına bu inanç askerlikle kişi arasının soğumasına vesile olmaktadır. Ülkemizde ideolojilerin istilasından sonra ordu-millet mefkûresi de zaafa uğramıştır. Artık askere giden bir kişi hayatının en güzel çağlarını boşa harcayan bir zaman dilimi olarak görmektedir. Hâlbuki gerektiğinde canını verecek bir kişinin askerlik hayatını boşa geçen bir zaman dilimi görmesi başlı başına bir çelişkidir. Evet, askerlik hayatın en güzel yıllarını toplum için feda etmektir. Askerde ne yaptığınızın da pek bir önemi yoktur. Koğuş Nöbeti bile tutsanız kendinizi toplumun korunması için feda ediyorsunuz demektir. Ama ne askerin böyle bir psikolojisi vardır ne de toplumun askere bakışı böyledir.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile millet arasında derin uçurumların oluştuğunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Yıllarca iç güvenlik hareketlerinde kullanılan ve milletin değerlerini “irtica” olarak gören komutanların bu yozlaşmada oldukça önemli bir rolü vardır. TSK, teknolojik imkanlarının arttırılmasından ve profesyonel ordu kurulmasından önce felsefi açmazlarını halletmek zorundadır. ABD ve Rusya’nın çeşitli yerlerdeki başarısızlıklarının temelinde teknoloji eksikliği değil ideal eksikliği bulunmaktadır. Aslında teknoloji eksikliği tali meseledir. Biraz açalım.
Ordu, milletlerin inşası için en önemli güçtür. El ilkel şartları tanımamış ve gerektiğinde sıfırdan bir şehir inşa edemeyecek bir ordu, toplumun sigortası olamaz. Ama TSK dâhil yeryüzündeki orduların çoğu konfor hastalığına kapılmışlardır. Orduya teslim olan gencin “yatağın yeterince yumuşak olmaması, yemeğin üç çeşitten fazla olmaması gibi” hususlarda yakınması ve orduevlerinin en lüks donanımlarla donatılması konfor hastalığını askeriyeye sızdırmıştır. Asker, gerektiğinde günlerce yıkanamayacak, susuzluk çekecek ve açlık ile muhatap olabilecektir. Sıfırdan şehir inşa edebilmeniz için kendi ekmeğini yapabilen, binaları inşa edebilen bir ordu lazımdır. Ordu sadece silahın kullanılacağı yer değildir. Bir memleketi tamamen kurabilen bir yerdir. Osmanlı’da tıbbiye en önemli gelişimlerini orduda sağlamıştır. Yemeklerini yemek şirketlerinden alan bir ordunun topluma pek fazla bir şey kazandırması mümkün değildir. Kısaca bütün ihtiyaçlarını dışarıdan alan ve tamamen teknolojiyle donatılan bir ordu milletine zor günlerde sahip çıkamaz. Dağlarda yaşamak dâhil ilkel şartlarda yaşayamayan bir ordu, ordu değildir olsa olsa kâğıttan kaplandır. Ne yazık ki bizim ordumuz Batılı değerlerin toplumdaki bekçiliğini yüklendiği için millet için tasarlanmamıştır.
İnsanların en güzel zamanlarını askerlikte harcamaları, işini gücünü bırakıp askeri eğitim alması, nöbet tutması hatta askerde temizlik işi yapması bile toplum için yapılan fedakârlıktır. Ve askerlik hiçbir zaman sadece askerlik değildir. Ve toplumu gerektiğinde yeniden inşa edebilmek için uzun bir eğitim dönemi gereklidir. Bu noktada asker sayısının azaltılması gibi zihni jimnastikler, orduyu zaafa uğratır. Canını vermekten bahseden bir askerin “hayatının en güzel yıllarını boşa harcadığından” bahsetmesi o, ordunun çöktüğünün habercisidir. Hayatın realitesi budur. Hâlbuki kadınlar bile silah taşıyabilmeli ve gerektiğinde toplumunu koruyabilmelidir. Askeriye son zamanlarda motivasyon gücünü kaybetmiştir. Ölmeyi göze almayan milletler, rezil bir şekilde yaşarlar ve daha çok ölürler.
Ordu elbette siyasi iktidara mutlak olarak teslim olmalıdır. Hz. Ömer (ra) son derece başarılı olmasına rağmen oldukça kritik bir dönemde Hz. Halid b. Velid (ra)’ı ordu komutanlığından azletmiştir. Ordu, siyasi iktidar açısından risk unsuru oluşturamaz veya en azından oluşturmamalıdır. Ama Türkiye’de ordu ile siyasi iktidar arasında güven problemi olduğunu gizleyemeyiz.
Türkiye’de Batılılaşma cereyanıyla ordu siyasi etkinliğini arttırmıştır. Hatta Cumhuriyet Dönemiyle birlikte kendini “kurucu unsur” gibi görmeye başlamıştır. Silahlı Bürokrasi, siyasi iktidarı genelde perde arkasından yönetmiş bu konuda bir zaaf gördüğünde darbeler bile yapmıştır. 28 Şubat Darbesinde milleti esir almak için Baas Tipi bir modelin üzerinde çalışılmıştır. Pek tabii ki milletin refleksleri de orduya karşı gelişmiştir.
Ordu artık bir güvenlik kurumundan öte devleti ele geçirmek isteyen bütün cephelerin ele geçirmek istediği bir kurum haline gelmiştir. Tüm siyasi cephelere göre güvenlik bürokrasi ele geçirilirse her şey çok güzel olacaktır. Tabandan başlayan değişim ve siyasi hareket, uzun soluklu ve maliyetli olacağından muhalif her güç orduyu yanına almaya çalışmıştır. Ve bir kere orduyu kullanarak iktidara gelince milletin anasını ağlatmışlardır. Bu sebeple ordunun kendini yeniden yapılandırması zaruridir.
Askerlik süresinin kısalması “teknik” bir mesele olarak görülebilir. Ama hiç te öyle değildir. Artık kimse askerlik yapmak istememektedir. Ordu, paralı askerlik kontenjanını bile dolduramamaktadır. Bu Türkiye için büyük risktir. Türkiye, ordu açısından büyük bir risk üzerindedir. Kolay çözülebilir bir yapısı mevcuttur. Bir an önce ordu-millet birliği üzerinde çalışılmalı ve askerlik süresinin uzatılması için çalışmalar yapılmalıdır. Askeriyede sevgi ve saygı üzerinde ideal birliği oluşturulmalıdır.
Hükümet, popülist bir politika ile askerlik süresini kısaltmayı çözüm olarak görmektedir. İşte meselede budur. Hükümeti popülist politikalara yönelten vasat yok edilmelidir. Türkiye bir yandan kendini bulurken diğer yandan topluca konformizm hastalığına tutulmaktadır. Tehlike gelmektedir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.