ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Kurtuluş Reçetemiz; Selçuklu’yu Anlamaktır!

Harun Davut

29 Ocak 2014 Çarşamba 15:31
  • A
  • A

Kurtuluş Reçetemiz; Selçuklu’yu Anlamaktır!

Suriye’deki dış destekli iç savaşta ölmeden önce bir çocuğun son sözü; “Her şeyi diyecem Allah’a!”…

Siyasi, iktisadi ve ihtişam (prestij) geçmişimize bakınca son birkaç asırlık vaziyetimiz ciğer dağlıyor. Suriyeli çocukların cesetlerini izlediği halde hiçbir şey yapmayan “Türkler” olarak tarihe geçebiliriz, halbuki “bidat nedir bilemeyen Türkler” gerçekten muhteşem bir toplum mühendisliğiyle yağmalanmış, aslından döndürülmüş, içi boşaltılmış bununla da kalınmamış yani içi boş da bırakılmamış türlü batılla doldurulmuş birkaç nesille dolu perişan ve basiret yoksunu halimiz… Ağzını açınca “Biz ki,,,” diye başlayan cümelerin kifayetsziliği, şatafatlı birkaç Osmanlı arması-tuğrasının neşriyle hiçbir yaramızın sarılmadığı gerçeğini tüm çıplaklığıyla yaşıyoruz. Osmanlı’ya muhabbet besliyoruz ya, peki keramet neredeydi; üç hilalli bayrağında mı? Otuz hilal koyalım bayrağımıza, kifayet eder mi?… Ecdad diyoruz, Osmanlı diyoruz, ama kurtuluş reçetemiz Osmanlı’yı Osmanlı yapan olaylar zincirinde, Selçuklu’da!…

Atladığımız nokta şu; Osmanlı bir kemal (olgunluğa erme) vaktiydi, bu vakte gelirken bu vaktin zaman ve zeminini hazırlayan bir olaylar zinciri vardı. Selçuklu’ydu bu zincirin adı… Hem ehl-i salibi yani namı diğer Haçlılar’ı, hem de yakın tarihte “uçanı kaçanı Türkleştirme sendromuna kapılmış” yeni jacoben “Türkçülük” anlayışının gazıyla anlamsız bir “Türkleştirmeden” nasibini alan Cengiz Han, Hülagü gibi zalim ve istilacı kâfirleri yani Mongolları sönümleyerek sinesi delik deşik olurken Selçuklu yiğidinin, Turan’dan Mısır’a Anadolu kapılarına kadar İslama taze kan vererek sinesinden akan şehid kanlarıyla orta doğu ve Anadolu’da yani Yunanların deyimiyle “güneşin doğdu yerde” yeni bir cihat meydanı yeşertmişti Selçuklu!… Nureddin Zengi’leri, Selahaddin Eyyubi’leri, Kılıçarslan gibi cengaverleri hediye etmişti ehl-i islama… Onlar taht ve saltanatlarını at sırtında ve çadırlarda sürerken, Henüz Kayı beyi Ertuğrul Gazi Anadolu’ya gelmemişti. Bu yükselen ivmeyi, sancağı devralmamıştı henüz söğütte bir ufacık beylik olup üç kıta yedi iklim yetmiş iklime hükmedecek olan Osmanlı…

Yakın bir tarihte, dilinden giyimine, tatil gününden takvimine, alfabesinden ananesine kadar hemen her şeyi değiştirilip dönüştürülmüş bir İmparatorluk bakiyesi olan bizler, Osmanlı’nın 15. ve 16. yüzyıllardaki kemal vaktine nispetle şimdi çaresizliğimiz ve basiret yoksunu halde hafıza kaybına uğramış müzmin “alzheimer” halinde yani nereden geldiğini unutmuş biri olarak nereye gideceğini kestiremeyen gariplere döndük. Çözümü Osmanlı’ya bakarak araştırmaya anlamaya çalıştık. Ama yanılıyoruz. Çünkü Osmanlı bir kemal vaktiydi. Bu kemale eriştiren dinamiklerin temeli daha önce Malazgirt’de, Hattin’de, Ayn-u Calut’ta atılmıştı.

Bizim yeniden basiretli, hamiyetli, dünya milletleri arasında fakir fukara bir köşede ekmeğe suya muhtaç değil de, ekmeğe suya muhtaçlarla ekmeğini suyunu paylaşan özümüze rücu etmeli, sözü geçen, adalet ve nizam-ı alemi ikame eden bir devlet-i ali, yani “devletlerin devleti” olabilmemizin reçetesi binlerce yılın birikim ve teşkilatlanma bilimiyle beslenmiş devlet tecrübemizdir ki Selçuklu’dan günümüzü rahatça okuyabiliriz. Selahaddin Eyyubi’yi bilenler bu günlerde Mısır’daki cuntacı başı Sisi’yi görünce gözlerinin önüne Zengilerin Kumandanı Selahaddin-Haçlılar-Sünni Abbasi ve Şii-Fatımi devleti arasındaki güç entrikaları çeviren Fatımi’lerdeki vezir Şaver’i hatırlayacaklardır…

Şöyle düşünün ki, Bir yemeğin bitmiş haline bakarak o yemeği oluşturan tuzu, şekeri, baharatları, sirkesini vs. göremezsiniz. Halbu ki bu ayarlar yemeği yemek yapan hayati argümanlardır. Osmanlı bir kemal vaktiydi. Osmanlı’ya baktık, ama Osmanlı’yı Osmanlı yapan, Osmanoğlu Beyliğini Bizans tekfurları arasında Bizans İmparatorluğunun dibinde Konstantin’in gölgesinde Söğüt’te yeşerten kudret, daha doğuda Malazgirt’te Romen Diyojen’e, Hattin’de Latin Frenk Haçlı Krallığına, Ayn’u Calut’da Mongol’lara verilen mücadele ve bu mücadelenin kahramanlarının şecaat ve emekleri geçiyor… Eğer bu mücadeleler verilip çok büyük dişli rakipler dağıtılmasaydı yani ki, Saraysız Sultan Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü alıp 88 yıllık Haçlı tasallutuna son vermeseydi, Mısır-Şam-Yemen-Hicaz’ı birleştirmeseydi bu önemli koridoru güvence altına almasaydı, kitleler halinde Anadolu’ya gelen Turani kavimler Anadolu’da rahatça beylikler kuramayacak, Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethetmek için yeterli altyapıya sahip olamayacaktı. Kudüs’ün fethi, İstanbul’un anahtarıydı. Aynı bugünlerde ısrarla sıkça dile getirdiğim “Ayasofya’nın ibadete açılmadan, Mescid’i Aksa’nın kurtulamayacağı gerçeği gibi. Evet, bu iki mescid birbirine göbek bağıyla bağlıdır…

Türkiye uluslararası arenada yeniden dirilmek ve o eski “Devlet-i Aliyye” gücüne kavuşmak istiyorsa, işte tam da bu dinamiklere dikkat etmeli, Kanuni Sultan Süleyman’a rahat hareket kabiliyeti bırakan, muzaffer bir ordu, kusursuz bir iktisat bırakan Yavuz Sultan Selim’leri mercek altına alıp bir fizibilite hesabı yapmalıdır.

Selçuklu’daki o “Bir Cuma sabahı, Allah’a karşı, Malazgirtte 54 bin deli er”lere ihtiyacımız var. Nureddin Zengi (Rahmetullahialeyh) gibi atabegler, Selahaddin Eyyubi (Rahmetullahialeyh) gibi serdengeçtiler bu iklimde bu atmosferde ortaya çıkmıştı. Şuan alem-i islamın yegane kurtuluşu o dönemi anlayabilmekten geçer. Kürd ciritçilerin Arab süvarilerin Oğuz okçularının kol kola sırt sırta olduğu günleri anlamadan, Osmanlı’nın ihtişamını asla yakalayamayız. Bu ihtişam bir kemal vaktiydi, bir zeval vakti geldi ve ömrünü tamamladı.

Kemal vaktine giden yolu, fetih öncesi kuşatmaya benzetebiliriz. Kaleyi, şehri kuşatırsınız, askerleriniz yürüyen merdivenlerle mancınıklarla saldırırlar. Koçbaşıyla kale kapısını döverken, surlar üzerinden üzerinize kızgın yağlar, ya da Rum ateşi dökülür, askeriniz kırılır, ordunuz zaiyat verir, binbir güçle açtığınız gedikler gece vakti onarılır, tekrar uğraşırsınız. Tam düşecek derken türlü imtihanlardan geçer sabrınız metanetiniz ölçülür. İşte bu zorlu süreçten sonra “apaçık bir fetih” gerçekleşir ve tarihin sayfalarına altın harflerle geçersiniz. Bu çok kolay olsaydı zaten değeri olmazdı. Elbetteki kan kusacaksınız, sizden kan akmadıkça, tebanızdan, kavminizden yani sizi takip eden liderliğinize amade insanlardan ter akmayacaktır!… Biz bu yüzden diğer yazılarımızda da bolca dillendirdiğimiz gibi ideolojilerin taht kavgasının gereksizliğinden bahsettik, ideoloji modern bir sürü psikolojisidir. Kısıtlar, dar bir kab içinde kısır ve hadım hamlelerden öteye gidemezsiniz. Kalıp düşünceler ve düşmanlıklar kolay ve ucuz yola kaçmaktır, mesele birleştirebilmek, küskünü barıştırmak, dağılmışı cem etmek, Kürd’ün, Arab’ın Türk’ün hakkını korurken küfür yiyebilmektedir erdem. Elini taşın altına koyan gelsin beri, başka türlü mangalda kül bırakmayanlara asla prim vermemeli. Bu gün eğer Suriye’de o sabi çocuklara önce tecavüz edilip sonra gazla yakılabiliyorsa bunun sorumlusu tabi ki de biziz. Sorsan herkes Firavun’a karşıdır, mesele kimin Musa’nın safında olduğu gerçeği. Orta doğuda Selahaddin gibi müslüman-yahudi-doğuhristiyanları haçlı tasallutu altında ve mescidi aksa zincirliyken 25 sene hiç gülmemiş bir model yetişmiyorsa, Medine’ye yerleşmiş iki casus tapınakçının efendimizin naaşını çalıp Avrupa’ya götürme planını bir gece rüyasında görüp sonra bir atlı birliği gönderip bu şakileri ayniyle yakalayıp başlarını kestiren Nureddin Zengi gibi mücahitlerin olmayışıdır…

Biz fakir, kurtuluş reçetesini müthiş bir kemal vakti olan Devlet-i Aliyye-i Muhammediyye ve nizam-ı alem derecesine ulaşmak için bu derecenin kendisinden değil bu dereceye gelirken neler yaşanarak gelindiğinin anlaşılmasında görürüz. 21. yüzyılın bilgi toplumundayız. Şuan, orta doğudaki siyasi felaketler, iç savaşlar, kan ve zulümler, işgaller, askeri çıkarmalar vs. 11. yüzyıldaki orta doğunun siyasi-iktisadi-askeri atmosferiyle benzer özellikler taşıyor. 11. yüzyılda haçlı istilaları, 12-13. yüzyıllarda Mongol baskınları, dağılmış parçalanmış İslam dünyası, birbirine girmiş müslüman beylikler devletler. Üstüne bir de Allah’ın İskandinavya’sından bile gelen Haçlılar. İşte böyle bir iklimde yetişebilirdi ancak Nureddin’ler Selahaddin’ler. Bugün aynı coğrafya aynı seneryoları tekerrür ediyor. Eğer tarihi doğru okuyabilirsek, bu düşüş ivmesi yeni bir şahlanışın en vechiz alametidir. Bu yazı serimizin devamında Oğuzların bu Kınık kolunun önderliğinde kurulan Büyük Selçuklu Devleti ve icraatlerinin Ortadoğu ve dünya tarihi açısından ince nüanslarını gizli dinamiklerini ele alacağız. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler için zengin tarihimizden alacağımız hayati ip uçlarını ve kurtuluş reçetelerini analiz edeceğiz. Saygılarımla…

Uluslararası İlişkiler - Harun Davut Fındıkçı - 25.01.2014

Kaynak: www.harunfindikci.com/?p=628
twitter: hd_eyyubi

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.