Allahü Teâlâ (cc), Kur’an-ı Kerim’de kısas cezası ile ilgili şöyle buyurmaktadır: “Biz Tevrat’ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendi günahlarına kefaret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide Suresi: 45) Dikkat edilirse ayet-i kerime’de kişinin varlık bütünlüğüne işlenen suçlarda affetme yetkisi kişinin kendisine verilmiştir. Bir ayet-i kerime’de de şöyle buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler!.. Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azap vardır. Ey temiz akıl sahipleri!.. Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.” (Bakara Suresi: 178-179) Ayette hem af yetkisinin kime ait olduğu beyan edilmiş hem de kısasta öldürmeyi azaltacak bir hayat olduğu vurgusu yapılmıştır.
İslam Fıkhı’nda cezalar ikiye ayrılmıştır. Birincisi kısas gibi kul hakkı ile ilgilidir. İkincisi ise hırsızlık, zina, zina iftirası, içki ve yol kesme haddi gibi Allah’ın hakkı ile olan cezalardır. Allah’ın hakkı olan had cezalarında mahkemeye intikal eden herhangi bir davanın affı mümkün değildir. Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “kızım Fatma dahi olsa elini keserdim” buyurmuştur. Dolaysıyla laik kanunlarla İslam Fıkhı arasında ceza hukukuna bakış açısından hem nitelik hem de uygulama açısından kat’i bir ayrılık mevcuttur. Zaten Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kelamı (kanunu) ile kulun kelamı (kanunu) arasındaki fark Allah ile kul arasındaki kadardır.”
Başbakan Erdoğan af meselesi gündeme girdiği zaman sık, “kişiye karşı işlenen suçları affetmemiz mümkün değildir” açıklamasını yapmaktadır. İslam Fıkhı, zina veya tecavüz suçunu kişiye karşı değil Allah’a karşı işlenen suç olarak değerlendirmiş ve mahkemeye intikal etmiş ise asla affını mümkün görmemiştir. Elbette ahiret gününde tevbe işe yarayabilir. Çünkü Allah, şirki bile affetmektedir. Dolaysıyla kişiye karşı işlenen suçların tasnifi de İslam’a göre farklıdır. İslam’da devlete karşı işlenen suç olmaz. İslam Toplumunda zimmîlerde olur ve zimmîler İslam’a inanmazlar. Ama laik devletlerde devletin kurucusunu eleştirmek bile suçtur. Türkiye’de bütün partiler Atatürk İlke ve İnkılâplarına göre kurulur. Ama İslam Toplumunda zimmîlerin kendi aralarındaki muamelat hususlarında kendi mahkemelerini kurma hakkı vardır.
Başbakan’ın gözden kaçırdığı bir husus vardır. Başbakanlığını yaptığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün suçları (manevi ve maddi tazminat davaları hariç) kendisinin kamu otoritesine işlenen suç olarak değerlendirmiştir. Bir kişiye kasten ve cinayet arzusu ile işlemişseniz mer’i kanunlara göre müebbet hapis cezası alırsınız. Fakat devlet bu cezayı benim adıma vermez. Verirken de bana kişinin akrabalarına sormaz. Onun bu cezayı verirken amacı kamu hukukunu ve sarsılan kamu otoritesini korumaktır. Aynı durum hırsızlık ve tecavüz davaları içinde geçerlidir. Dolaysıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün suçları zaten kendisine karşı işlenmiş suç olarak değerlendirmiştir.
Sonuç olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, af getirecekse bütün suçlarda af getirmelidir. Tutarlılık bunu gerektirir. Meselenin can alıcı noktası şudur. Türkiye’deki bütün suçlar, çarpık hukuki, sosyal ve siyasal kanunların bir sonucudur. Başbakan’ın temsil ettiği devlet, bütün insanlardan af dilemelidir. Başbakan elbette iyi niyetlidir ve insanların suçlulardan çektiği acıyı yüreğinde çekmektedir. Ama yeni bir sayfa açmak istiyorsa af meselesini parçalı olarak değerlendirmesinin bir anlamı yoktur.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.