İnsanoğlunun yeryüzünün halifesi olmasıyla isimleri bilmesi arasında kesin bir irtibat mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de: “Bir zamanlar Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. Rabbin: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Ve Âdem’e bütün isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin” dedi” (Bakara Suresi: 30-31) buyrulmuştur.
Ayetteki isimlerin; insanların birbirleriyle anlaşmalarına vesile olan bütün kavramları ve eşyanın ilmi tarifi olduğu söylenmiştir. İsimleri öğreten Allahü Teâlâ (cc) olduğu için isimle isimlendirilen arasında sanal değil hakiki bir bağ mevcuttur. Buna göre uyduruk kelimeler değil ilme uygun kavramlar isimdir. Esasen isim; varlığın kendisini öz olarak ifade eder. Anlamsız kelimelerle kökenine inerek varlığın mahiyetini kavrama imkânı elimizde değildir.
Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin bir takım varlık ve nesnelere kendinde olmayan manalar yüklemesi açıkça beyan edilmiştir. Beraber okuyalım: "Sizin Allah'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf Suresi: 40)
Varlıklara kendinde olmayan vasıflar vermenin iki yolu vardır. Birincisi: İsim ile varlık arasındaki irtibatı çarpıtmak veya toptan inkâr etmek.
İkincisi: Kavramların kendisinde kendinden menkul kıymet olduğunu iddia etmek!.. Hilafetin bize, biz insanlara verildiğini beyan eden ayet-i kerime’de “isimleri” öğretenin bizzat Allahü Teâlâ (cc) olduğu beyan edilmiştir. Laiklik, Milliyetçilik, Komünizm, Kapitalizm, Kemalizm gibi kavramların bizzat kendisinin kendisinden kaynaklanan bir kutsallığını iddia etmek “laiklik” denilince akan su durur zannetmek bir bakıma hakikat ile bağı büsbütün kopartmak anlamına gelmektedir.
Aydınlanma Felsefesi insanda başlayan ve yine insanda biten bir kutsallar zinciri oluşturma gayretindeki insanların oluşturduğu bir felsefedir. İnsanın kutsalını aldığı hiçbir üst merci tanımamak esastır. Osmanlı Âlimi, Hümanizm’i “beşeriyete ibadet mezhebi” olarak tarif ederken oldukça önemli bir noktaya dikkat çekmiştir.
Kavramlar, hakikate ulaşmamız veya hakikati tanımamız için bir araçtır. Bizzat kendilerinde özel bir güç yoktur. Kavram ile varlık arasında birebirlik bir aynılık değil tarif esastır. Bu tarif hakikate uygun da olabilir aykırı da. Ama kavramların kendisine hakikatin bizzat kendisi muamelesi yaptığınız anda Fetişizm gündeme gelir. Fetişizm bir hastalık halidir.
“Hürriyet, özgürlük ve gençlik” gibi kavramlarda fetişizmin konusu olabilirler. Zira bu kavramların içinin nasıl doldurulacağı ve kutsallığını nereden aldığı da önemlidir. Dünyada “hürriyet” için mücadele neredeyse dokunulmaz bir kavramdır. Adeta “hürriyet” için her şeyi yapmak doğal bir haldir. Ama hürriyet nedir? Çeşitli ve hayali tarifler elbette ortaya atılabilir ama varlıkları ve kavramları yaratan Allahü Teâlâ (cc) hesaba katılmadan yapacağımız tüm tarifler, bizi “hürriyet fetişizmine” götürecektir.
Hürriyet denilince bundan birileri eşcinselliğe meşruiyet, içki içe serbestliği, zina özgürlüğü veya Taksim’de Gezi Parkı’na çıkanlar gibi yakıp yıkma serseriliğini anladığını her an gözlemleyebiliyoruz.
Cemil Meriç, politik arenada kavganın insanla insan arasında değil kavramlarla kavramlar arasında olan bir kavga olduğunu şöyle anlatmakta.
“Kavga, insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun kelime, semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri, toprağımızda doğmayanlar.
Sol’la sağ, bu karanlık kafilenin öncülerinden ikisi.” (Cemil Meriç; Bu Ülke, sh.79)
Elbette sadece sol ve sağ kavramları değil. Birçok kavram sorgulanmadan öylece yerinde duruyor: Aydınlanma, hürriyet, adalet, diktatörlük, demokrasi, laiklik hatta hayatımıza amentüler çizen bilim veya bilimcilik.
İlginçtir laikperestlere sorsanız laiklik dinsizlik değildir. Ama laikliğin tarifinden de kaçınırlar. Zira birşeyin ne olmadığını söylemek onu tarif etmek anlamına gelmez. Ama laikliğin tarif edildiği bir dünyada yine laikliğin büyüsünün bozulmasından korkarlar. Bu sebeple laikliğin hep orada o kutsal mekânda kalmasını ve kimsenin ona dokunmamasını arzu ederler. Aynı akıbet üç aşağı beş yukarı bütün “kutsal” kavramlar için geçerlidir.
Kavramların kutsallaştırılması daha doğru bir ifadeyle putlaştırılması konusunda kimi zaman o kadar ileri gidilmiştir ki, kişilerin ve kişiler etrafındaki ideolojilerin bile kutsallığını icat etmiştir insanoğlu.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.