Absürt bir soru gibi görünebilir. Ama bizzat içinde yaşadığımız bir olgunun elle tutulur bir tanıma kavuşturulmaması ilginç değil mi? Aslında hiçbir sorunun mutlak cevabını bulamayız. Elbette hayat nedir gibi bir sorunun da cevabını bulamayız. Hayat, ruhtur dediğimiz anda bir meçhul ile karşı karşıyayız. Zira Rabbimiz buyurur ki:
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindedir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra Suresi: 85)
İçinde yaşadığı hayatın tarifinde bile acze düşen insana verilen bilgi, “minel ilmi illa kalil” (ilimden az bir şey) olmaz da ne olur peki?.. Öyleyse hayatın ne olduğu hususunda durmamızın en azından pratik açıdan bize bir faydası yok gibi. Elbette ruhun ne olduğu ve işlevleri hususunda bilgimiz oranında tefekkür de bulunacağız. Ama hayat hususundaki bilgi ve düşüncelerimizin “minel ilmi illa kalil” olduğunu bilerek.
Az bir bilgi bile büsbütün cehaletten elbette iyidir. Kaldı ki birilerinin dediği gibi “hayat güzeldir ve yaşamaya değer” gibi büsbütün tariften uzak ve hayatın neticesi hakkında söz söylemek hayatın tarifi demek değildir. Güzel ve değer kavramları neticeyi haber vermekte ama bizzat hayatın manası hakkında hiçbir cevap verememekte. Aksine bizi başıboşluğa hatta boş vermişliğe sürüklemekte. Modernizm sonrası postmodernizm her türlü değerin içini boşaltmakla bir şeyler dediğini farz etmektedir.
Hayat nedir sualine cevap veremememizin soruyu büsbütün anlamsız kılmadığı ortada. Zira yine de hayatın içerisinde yaşıyoruz. Bizler anlamlı bir alemde her şeyimizi “anlamlı” hale getirmek isteyen varlıklarız. İşlerimizi düzenli kısaca hesaplı kitaplı yapmak istemekteyiz. Zaten ayette “ruhun mahiyetini soranlar” kınanmamıştır. Sadece “ruh” hakkında son bilgi mertebesine ulaşmanın imkansız olduğu vurgulanmıştır. Yine de ne soru sormak yadırganmış ne de hayatın ne olduğu konusunun peşine düşenler yerilmiştir. Aksine “ruh” hakkında soru soranların soruları değerli bulunmuş ve soruya cevap verilmiştir.
Hayat nedir sualine önem verenler de vermeyip “hayat güzeldir yaşamaya değer” diyenler de hayata önem verirler. Küçük bir menfaat için bin takla atanlar bu hayat için atmıyorlar mı? Ya da şöyle diyelim: Herkes daha iyi bir hayat sürmek için yaşamıyor mu? Bizim vücudumuz hayata karşı duran “düşmanlara” karşı bağışıklık sistemiyle donatılmıştır. Kendimizi korumak için refleksimiz mevcut. Ayrıca hepimizin içerisine ebedilik duygusu yerleştirilmiştir. Tıp bilginlerinin ortak kanaati şudur: Organizmanın ölümü ve günü geldiğinde kendi kendini imha etmesi koca bir sırdır ve rasyonel değildir. Öyleyse “hayat nedir” sorusunun peşini bırakmamıza gerek yok.
Ruh denilince kendisiyle hareket yapılan şey yani hareketin başlangıcı; kendisi ile hayat olan şey yani hayatın başlangıcı; kendisiyle anlaşılan şey yani anlayışın başlangıcı… Kısaca bizim için her şeyin başladığı an… Biz başlangıçta bir isimdik ve anılmaya değer bir şey de değildik. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
“Gerçekten insan üzerine zamandan öyle bir müddet geçti ki o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi.” (İnsan Suresi: 1) Bize ruh verildiği zamandan bu yana anılır bir şey olmaya başladık.
Biz yine hayat meselesine dönelim. Hayat, her şeyden önce içinde yaşadığımız realitedir. Ne olduğunu nasıl olduğunu bilmesek de hayat bizim için realite. Hem de inkâr ve şüphe damarlarını kökten yıkacak kadar büyük bir realite. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.” (Bakara Suresi: 28)
Bu ayet, bizzat yaşadığımız hayatın inkarın kökünü kazacağını beyan etmektedir. Bize verilen hayatın manasını bilmediğimi gibi verilen bu hayatın dışarıdan geldiğini ve bizim buna dahilimizin olmadığını biliyoruz. Aynı şey ölüm için de geçerlidir. Öyleyse nasıl inkar edebiliriz?
Modern insanın amacı ve peşinde koştuğu hayali ölümsüzlük… Ölümsüzlüğü bulmak ve sonrası hayatın kendisini yaratmak. Kemalizm, Laiklik, Kapitalizm ve Komünizm gibi ideolojilerin dünyayı cennete çevirmek olduğunu biliyoruz. Bunlara bilimcilik akımı da destek vermektedir. Zaten bütün ideolojiler bilimsel olmaktan özel bir zevk almaktadırlar. Ama burada ideolojilerin handikabı ölüm ve hayat gerçeğidir. Eğer hayatın ne olduğu ve yapılabilirliği ispatlanabilirse hem dinin gücü kırılacak hem de ideolojiler meşruiyet alanı bulacaklardır.
Şöyle düşünelim. Kemalizm adına meclislerde kanunlar çıkartıyor ve kanunlara uymayanları mahkemelerde yargılıyorsunuz. Ama yargılanan insan öldükten sonra Allah’ın kanuna göre yargılanacak. Bu noktada Kemalizm’in büyüsünün söneceğinden kuşku var mı? Bu yüzden ideolojiler hayalleri pazarlarlar. Gerçekten kopmak ve gerçeği çarpıtmak isterler. Ama hayatı inşa edebilirlerse ve ölümü öldürebilirlerse meşruiyet iddiasında bulunabileceklerdir.
İdeolojilerin en büyük payandası safsataları rasyonel hale getiren bilimcilik akımıdır. Bilimcilik akımının da nihai hedefi hayatı inşa etmek ve ölümü öldürmek!.. Böyle olursa ideolojiler hayat bulacak. Ama baştan söyleyelim: Bilimcilik akımı şayet hayatı üretse bile yine de meşruiyet alanı bulamazlar. Çünkü hayat bir insan eliyle daha önce inşa edilmiştir. Okuyalım:
“Allah onu (İsa as-) İsrailoğullarına (şöyle diyecek) bir peygamber olarak gönderir: “Şüphesiz ki ben size Rabbinizden bir ayet (mucize) getirdim. Size kuş biçiminde çamurdan bir şey yaparım da içine üflerim, Allah’ın izniyle o kuş olur; anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor ve neleri biriktiriyor size haber veririm.” (Al-i İmran Suresi: 49)
Bazı müellifler, “evlerinizde ne yiyor ve neleri biriktiriyor size haber veririm” beyanında bugünkü TV’nin aynı işlevi yaptığını ve gizli kameraların aynı işlevi yaptığını söylemektedir. Zaten mucizenin bir yönü de insanlığın ulaşabileceği ilmi inkişafın son noktasını göstermektir. Hz. İsa (as)’ın çamurdan bir şeye üfleyip (canlı kanlı) kuş olması ve ölüleri diriltmesi de insanlığın ilmi inkişafının son noktası olacaktır. Elbette Hz. İsa (as) gibi bir üflemeyle yapamayacaklar ve Hz. İsa (as)’ın mucizesi hiçbir zaman anlamını yitirmeyecektir ama bu olacaktır veya olması muhtemeldir. Ama ayette de belirtildiği gibi “Allah’ın izniyle.” Aslında bütün mucizeler, ilimle Allah’a ve O’nun kanunlarına meydan okuyanların çabalarını anlamsız kılmaktadır. Dolaysıyla bütün ideolojiler anlamsızdır ve anlamsız kalmaya mahkumdurlar:
“O kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise O’nun dilediği kadarından başka ilimden hiçbir şey kavrayamazlar.” (Bakara Suresi: 255)
Öyleyse yol yakınken yani hala hayat sahibi iken bütün ideolojileri terk edip Rabbimize boyun eğelim. Yoksa hesap günü pişmanlık fayda vermeyecektir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.