ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Mucize Aydınlanma İnancına Vurulan Darbedir (1)

Hüsnü Aldemir

13 Ekim 2013 Pazar 22:37
  • A
  • A

Bilimcilik Akımının önde gelen isimlerinden Ernest Renan; “Bilim bir dindir, bundan sonra amentüleri yalnız bilim yazacaktır. Ahlaki ve edebi meseleleri bilim çözecektir” dediğinde birçok insan buna inandı. Dikkat edilirse Sosyalizm’den Kapitalizm’e bütün ideolojiler bilimsel olduğunu iddia etmektedir. Irkçılar bile kafatası ölçümleriyle bu kervana katılmışlardır. Kemalizm, vahiyden bağımsız olduğunu ve hayatta tek hakiki mürşidin bilim olduğuna inanmaktadır.

Modernist İslamcılardan Cemalettin Afgani’de dıştan müslüman görülmekle beraber o da bilimin amentü yazacağına inanan bir isimdir. Cemil Meriç’i okuyalım:

“Cemalettin nazariyeci olmaktan çok politikacı onun girift ve tezatlarla dolu kişiliğini Renan’a verdiği cevapta buluyoruz. Ne gariptir ki aşağı yukarı bir asır önce cereyan eden bu münakaşa bize yanlış intikal etmiştir. Hiç kimse Cemalettin’in yazısını okumak zahmetine katlanmamış, bütün yazarlar büyük bir cömertlikle Şeyhi İslamiyet’in müdafii mertebesine yükseltmiştir. Bu vesika bizim için çok mühimdir. Çünkü hem Cemalettin’in girift ve müttezat (çelişkili) kişiliğini ışığa kavuşturur, hem onu Namık Kemal’le mukayese etmek imkânı verir. Zira Renan’ın 1883’de irat ettiği konferans, Afgani’yle yarenleşmek fırsatı vermekle kalmaz, Namık Kemal’ de meşhur Müdafaanamesi’ni ilham eder. Namık Kemal öfke ve küçümseyiş. Cemalettin terbiye ve Makyavelizm.

Namık Kemal önce Renan’ı tanıtmakla işe başlar: “Engizisyonun kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir, üstelik ele aldığı konuyu da hiç bilmemektedir. Nasıl olur denecek, bir şark dilleri mütehassısı, bir Akademi âzâsı İslâmiyeti nasıl olur da bilmez? Bilmez, Avrupa Şark’ı bilmez. Bu cehaletin sebebi şu: Avrupa’da İslâmiyet’le uğraşanlar ya Hıristiyan’dırlar ya değildirler. Hıristiyansalar fikr-i aslileri bu tetkikatın selâmetle icrasına mânidir. Biz araştırmalarımızda bitaraf olabiliriz. Bizce Hıristiyanlık mensuhbir dindir. Hâlbuki İslâmiyet Hıristiyanlara göre ilahî değildir. Onun için her kitapta yalan, yanlış ararlar. İnanmayanlar ise, bütün dinlere efkâr-ı beşerin en ağır zincir-i esareti, terakkiyat-ı marifetin en kuvvetli sekte-i hâili nazarıyle bakarlar. Dinin ilahî mahiyeti yoksa üzerinde neden durulsun? Renan’ın risalesini görmeden bu kadar az lakırdıya bu kadar çok hata sığabileceğini sanmazdım”.

Adıvar, “Namık Kemal’in müdafaası daha ziyade bir polemik şeklinde olup her satırında Renan’ın cehliyle (?) istihza doludur” buyuruyor.

Salip’le Hilâl’in kavgası devam ediyor. Renan’ın müttefikleri içimizde yaşamaktadır. Namık Kemal’i hatırlayan yok. Kemal’in yazısında konuşan herhangi bir fert değil, tarihin kendisi, iftiraya uğrayan bir medeniyet.

Şimdi de Cemalettin’e geçelim. 18 Mayıs 1883 tarihli, Le Journal des Debats’da şunları okuyoruz: “Malum olduğu üzere, Şeyh ulema zümresindendir. Paris’e dilimizi öğrenmeye, Avrupa medeniyet ve ilimlerini tahsil etmeğe gelmiştir... Yine hatırlardadır ki, geçenlerde bir konferans vermiş büyük bir alâka toplayan bu konferans ilk defa olarak gazetemizde yayımlanmıştı. Şeyh Cemalettin bize bu vesile ile Arapça bir mektup yollamış. Muharririmizin konferansı hakkında düşündüklerini yazıyor. Şeyhin mektubunu mümkün olduğu kadar sadakatle tercüme ettirdik. Doğu’da düşünce ve medeniyetimizin nasıl anlaşıldığını göstermek için takdim ediyoruz.

Sonra Şeyhin mektubu:

“Efendim,

Değerli gazetenizin 29 Mart 1883 tarihli nüshasında M. Renan’ın bir nutku var. Şöhreti bütün Batı’yı tutan, Doğu’nun en ücra köşelerine kadar uzanan ünlü filozof, bu nutukta dikkate değer müşahedeler, yeni görüşler serdetmiş. Ne yazık ki, bendeniz, nutkun ancak az veya çok sadık bir tercümesini görebildim. Fransızcasını okuyabilseydim, o büyük filozofun fikirlerine daha iyi nüfuz ederdim. Renan’ın nutku, iki noktayı kucaklıyor.

1-İslâm Dini, mahiyeti icabı, ilmin gelişmesine manidir.

2- Arap kavmi tabiatı icabı, metafizik ilimleri de felsefeyi de sevmez.

İyi ama acaba ilimlerin gelişmesini önleyen bu mâniler, dinin kendisinden mi geliyor, bu dini kabul eden kavimlerin hususiyetlerinden mi? Renan bu noktaları aydınlatmıyor. Ama teşhis yerindedir. Hastalığın sebeplerini tayin etmek güç. Hastalığa çare bulmak ise büsbütün zor. Başlangıçta hiçbir millet, sırf aklın rehberliğiyle yetinemez, korkuların pençesindedir. Hayrı şerden ayıramaz... Ne sebeplere yükselebilir, ne neticeleri fark edebilir. Tedirgin şuurunun dinlenebileceği bir vaha arar. O zaman “mürebbi”ler çıkar ortaya. Bilirler ki, onu aklın emrettiği yola sürüklemek imkânsızdır. Hayalini okşar, ümitlerini kanatlandırır, önünde geniş ufuklar açarlar. İnsanoğlu, ilk devirlerde gözleri önünde cereyan eden hadiselerin sebeplerini ve eşyanın esrarını bilmediğinden mürebbilerin emirlerine ve öğütlerine uymak zorundadır. Mürebbiler ona: itaat edeceksin diyorlardı, Mutlak Varlık öyle emrediyor. Şüphe yok ki bu beşeriyet için boyundurukların en ağırı, en küçültücüsü idi. Fakat Müslüman, Hıristiyan, putperest bütün milletlerin barbarlıktan bu dinî terbiye sayesinde çıktıkları ve daha ileri bir medeniyete doğru yürüdükleri de inkâr edilemez”.

Şeyh efendi, dinlerin insanlık tarihinde büsbütün lüzumsuz birer müessese olmadıklarını beyan buyurduktan, İslâmiyet’le putperestliği aynı kefeye koyduktan sonra... İslâmiyet’i müdafaaya geçiyor.

“İslâmiyet terakkiye mâni imiş! İyi ama bu konuda İslâmiyetin başka dinlerden ne gibi bir farkı vardır? Dinlerin hepsi de müsamahasız değil mi?” Aferin İslâm mücahidine! Aşırı nezaketi bir Draper mülhidi kadar olsun tarafsızlık göstermesine mâni olan Şeyh efendi tâvizlerini her satırda biraz daha artırıyor: “Hıristiyan toplumları işaret ettiğim iptidai merhaleden uzaklaşmışlardır artık. Hür ve serazad, terakki ve ilim yolunda dev adımlarıyla ilerlemektedirler. İslâm cemiyeti ise dinin vesayetinden kurtulamamıştır”. Ama Efganlı Şeyh büsbütün meyus da değildir. Öyle ya Hıristiyanlık İslâmiyet’ten asırlarca önce doğmuş: “Neden İslâm cemiyeti de günün birinde zincirlerini kırıp Hıristiyan cemiyetleri gibi terakki yolunda şahlanmasın? Hıristiyanlık da müsamahasızdı, sertti, ama yenilmez bir engel olamadı”. İslâmiyet’in böyle bir ümitten mahrum edilmesine gönlü razı olmuyor şeyhimizin. “Burada Mösyö Renan’ın huzurunda İslâm Dininin müdafaasını değil, yüz milyonlarca İslâm’ın müdafaasını yapıyorum. Bu ümit (Müslümanlık’tan kurtulma ümidi mi?) gerçekleşmezse barbarlık ve cehalet içinde mahvolurlar. Filhakika İslâm dini ilmi boğmaya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmiştir. Ama Hıristiyanlık da aynı şeye teşebbüs etmedi mi? Katolik Kilisesi’nin muhterem reisleri bildiğime göre bugün bile mücadeleden vazgeçmiş de değildirler... Biliyorum, müslümanların Avrupa’yla aynı medeniyet seviyesine yükselmeleri çok güçtür. Felsefî ve ilmî usullerle hakikate vüsul onlara yasaktır. Gerçek bir mümin, konusu ilmî hakikat olan her çeşit araştırmalardan kaçınmalıdır. Oysa bazı Avrupalılara göre her hakikat ilme dayanmak zorundadır. Kölesi olduğu nassa, sabana bağlanan bir öküz misali bağlanan mümin ilanihaye şeriat tefsircileri tarafından çizilen yolda yürümeye mahkûmdur... Hakikatin zaten bütününe sahip, aramasına ne lüzum var? İmanını kaybederse daha mı bahtiyar olacak? Böyle olunca da ilmi küçümsemesi tabiî değil mi?”

“Antikapitalist Müslüman” İhsan Eliaçık ve Mustafa İslamoğlu’nun yere göğe sığdıramadığı Cemalettin Afgani’nin müslüman bile olmadığı açık değil mi? Afgani, İslam’dan çok bilime inanmaktadır. Aslında onlar da birer aydınlanmacı. Görevleri de müslümanları dinlerinden çıkartıp aydınlanmacı yapmak. Ama Kur’an ve Sünnet’te kaydedilen mucizeler, aydınlanma felsefesini yerle bir ediyor.

Nasıl mı?

Devam edeceğiz.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.