Okuduğumuz tarihi hep kazananlar yazdı. Fakat bunun anlatımı hala bizler tarafından yapılıyor işte önemli noktalardan birisi de budur. Tarih bir bilimdir araştırılır, öğrenilir fakat çalışma alanı adından da anlayabileceğimiz gibi geçmiş üzerinedir. Dolayısıyla geçmişi anlatırken olmuş bir olayı değiştiremeyeceğimiz için bunun dogmatikliğini kabul ederiz. İşte bütün problem de buradan çıkıyor tarihçi olan kişi bunu anlatırken, yorum katarak bir bakış sergilerse anlatımları büyük aksaklıklarla dolu olur.
Tarihi kazananlar yazar sözünü Fransa tarihindeki anormalliklerle daha kolay anlaşılabilir.
Fransa tarihini ilk kez okuyanlar ister istemez bir kafa karışıklığı yaşar Kral XVI. Louis Fransız Devrimi’nde idam edilir, monarşi kaldırılır ve cumhuriyet kurulur. Bundan yıllar sonra 1814’te monarşi tekrar tahsis edilince, yeni kral XVIII. Louis adıyla taç giyer. İyi de XVII. Louis diye bir kral hiç olmamıştır, o zaman neden XVIII. Louis? Bu sorunun cevabı tarihi kazananlar yazar sözüyle ilişkilidir: Monarşi, yaklaşık 25 yıl sonra iktidarı tekrar ele geçirince, iktidardan uzak olduğu yıllardaki yönetimleri geriye dönük olarak gayrimeşru ilan eder. Buna göre XVI. Louis ölünce gerçek iktidar oğlu XVII. Louis’e geçmiştir, ancak kurulan cumhuriyet bu iktidarı gayrimeşru yollarla gölgeledi. Öyleyse şimdi monarşi geri döndüğüne göre, hiçbir şey olmamış gibi XVIII. Louis ile devam edebiliriz! Böylece krallığın aslında hiç sona ermediği vurgusu yapılarak bir kalıcılık, devamlılık, normallik hissi yaratılır.
Bu örnek bile fazlasıyla anormal görünebilir, ancak tarihte normal yoktur, yalnızca hegemonya mücadeleleri çerçevesinde belirli dönemlerde normal ya da evrensel doğru olarak kabul edilen birtakım önermeler olabilir. Dolayısıyla bugün ulaştığımız tarihsel noktada da normal olan hiçbir şey yoktur. Yani bir nevi parapraxes olayıdır, devrin güçlüleri gerçekliği bilinç dışı etmeye çalışmasında ortaya çıkan durumdur.
Hegel, gerçekliğin ancak yıkım süreçlerinde, yani bir dönemin sona erip yeni dönemin başlamakta olduğu anlarda kendini apaçık biçimde görünür kıldığını yazıyordu.
Peki kazananların yazdığı tarih, böyle bir geçiş sürecinin doğasını anlamak için yeterli mi? Marx’a göre bu sorunun yanıtı olumsuz: Nasıl ki bir kimse hakkında kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, bir altüst oluş dönemi hakkında da bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak bir hükme varılamaz..Demek ki bu devirde egemen güçlere bile güvenmemeli insan
Tarih kazananların propagandasıdır. Ernst Toller bu sözüyle ne kadar haklı değil mi? Bu sözü gördüğümüz, işlediğimiz, anlatılan tarihle bütünleştirmek için farklı açılardan bakmayı deniyelim.
İlk olarak Osmanlı Tarihi, bizim şanlı tarihimiz bir de boğdurulan şehzadelerce kaleme alınabilseydi keşke.
Acaba onların kitabı da okuduklarımız kadar şanlı mı anlatırdı imparatorluğun tarihini?
Amerika’nın keşfi lafının,beyaz adamdan önce orada yaşayan yerlilere nasıl komik geldiğini düşündünüz mü hiç?
Onlar keşif yerine işgal demeyi tercih ediyor.
Müslüman Kardeşler Arap Baharına kadar hiçbir dönemde kazanamadıkları iktidarı ve ulusal gücü devrim olduktan sonra kazanmaları da pek şaşırtıcı olmadı sanırım.
Tarihi, tamamen gerçek diye değil, o dönemin siyasi ve sosyal konjonktürü ile birlikte kazananların yorumu olarak okumak gerek. Fakat bazen istemesek de kendimizi kandırıyoruz bile bile. Çünkü biliyoruz ki gerçeği kaldıramayız Neyzenin mısralarında da dediği gibi İnsanoğlu tuhaftır, Her bir lafı kaldırmaz.
Son olarak şuna inanmak gerekir ki iki şey öğretti tarih bize. Bir; tarihi kazananlar yazar. İki; kazananlar her zaman haklı değildir.
Parapraxes: Gerçekte olmuş olan şeyleri bilinçdışı etmeye çalıştığımızda hislerimizin dışa vurumudur. Sigmund Freud
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.