karanlık...
güneşten kaçan mültecilere sınır kapılarını sonuna kadar açan bir dost ülke...
bazen kömür yanabilsin diye ateşi harlamak gerekir. kaç kişi indik buraya, kaç kişi çıkıyoruz, aramızda bazıları karanlığı mı sevdi, yoksa aramızdan karanlık mı aldı onları... yüzümüzdeki kara mı yaptı güneşin çocuklarını böylesine ırkçı. bazen kömür yanabilsin diye ateşi harlamak gerekir. kömür için mi kaldı onlar, kömür için inmedik mi zaten...
baktı sedye bembeyazdı! çizmeler karanlıktan alınmıştı...
mahkeme kuruldu, insanlar içeri doluştu, mahkeme salonu soğuk, bir iki işçi mi atsak sobaya...yok bu gün iyi davranıyorduk onlara öyle ya. salon karışık, suçlu sandalyesi çam ağacından, çam ağacının çırasıyla önce güzelce harlayacaksın ateşi sonra bir iki işçi! pardon kömür boşaltacaksın içine...
hakim yerine kuruldu. yaz kızım'a baktı, yazmıyordu, öyle ya daha kimse konuşmamıştı. yaz kızım'ın elleri titriyordu, soğuktu, bu kömürler işçiler kadar güzel yanmıyordu...
mahkeme dedik ama çam ağacından yapılma suçlu sandalyesi boştu. arkada koca kalabalık birbirini itiyordu sandalyeye doğru. hakim sandalyeye baktı, akan burnunu sildi, bir iki gündür soğuk almıştı bir yerlerden uygun fiyata, hava değişimindendi herhalde... şu havalar da çok kararsızlaşmıştı canım...hapşu...
hakimden çıkan ses salonda yankılandı. karanlığın müttefiki "sessizlik" bozulmuştu bu duruma ve bir kez bozuldu mu sessizlik hemen terk ederdi mekanı. kalabalık fitili ateşlenmişcesine bağırmaya başladı...
-suçlu sensin...
-hayır sen...
-gerekli önlemleri almadın
-gerekli denetimleri yapmadın
-biz denetimleri yap dedik
-her şeye muhalefet ettiniz, bu da arada kaynadı
-senin kulakların kepçe...
-senin burnun eğri...
kalabalık yine birbirine girdi, zaten bu kalabalık ne zaman bir araya gelse birbirine girerdi, birbirine girmek bu kalabalığın hobileri arasındaydı, hatta birbirine girmek için bir araya gelirlerdi sık sık, birbirlerine girdiklerinden midir bilinmez birbirlerine çok benzerlerdi, her konuda birbirlerine itiraz ederler ve her konuda kendilerince haklı olurlardı ve hatta salon çok soğuktu, ve hakimin burnu fena halde akıyordu...
tartışmanın biteceği yoktu, hakim mübaşiri aradı gözleriyle, garip mübaşir bir köşede battaniyesine sarılmış, kapiçinosundan yudumluyor, kalabalığın birbirini yemesini izliyordu. buradan bakıldığında hangi tarafı tuttuğunu kestirmek zordu ama en iyi lafı sokup en iyi uçan tekme atandan yana olacağı kesindi.
hakim peçetesini burnuna soktu, yaz kızım'a baktı, kız küfürleri yazıcam diye harıl harıl basıyordu daktilonun tuşlarına. bu yüzyılda hala daktilo mu vardı? salonda ki en saçma şey buymuş gibi geldi bir an. ama yalnızca bir an...
iş başa düşmüştü, yavaşça yerinden kalktı, köşedeki dolabı açtı, içinden irili ufaklı bir kaç işçi alıp sobaya koydu, çıra lazımdı, suçlu sandalyesini parçaladı...
bir kaç on saniye sonra salon ısındı, kalabalık birbirinden ayrılmaya başladı, en nihayetinde salon ısınmıştı ve suçlu sandalyesi ortalarda gözükmüyordu, sorun çözülmüş gibiydi.
sonra karanlığın mesaisi başladı yine, beslenmeliydi karanlık ve en sevdiği yemek başında kaskıyla ona doğru geliyordu...
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.