Hâkimiyet kavramı insanlığın bidayetinden bu yana tartışma ve mücadele konusu olmuştur. Yeryüzündeki bütün kavgaların özünde hâkimiyet kavramı bulunmaktadır. İbn-i Haldun; “hâkimiyet, sahibinin üstünde bir gücün bulunmamasıdır” açıklamasını yapmaktadır. Hâkimiyetin en önemli vasfı hüküm koyması ve sorgulanamaz olmasıdır. Hüküm; karar vermek, güç ve tahakküm, boyun eğdirme, egemenliği altına alma gibi manalara gelir. Kur’an-ı Kerim’de zikredilen: “O (Allah), yaptığından sorgulanmaz, onlar (kullar) ise sorulacaklardır” (Enbiya Suresi: 23) ayetinde hâkimiyetin bütün boyutları öz olarak zikredilmiştir. İdeolojik demokrasinin gündemde olduğu ülkelerde “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” cümlesinde halkın hem hüküm koyucu olduğu beyan edilmiştir hem de halkın kararlarının asla sorgulanamayacağı ifade edilmiştir.
Mekkeli Müşriklerin nazarında Allah yerlerin ve göklerin yaratıcısı idi. Onların temel itiraz noktası hâkimiyet meselesinde idi. Onlara göre yeryüzünde kanun koyma hakkı göklerin yaratıcısının değil insanın hakkıdır. Bu yanlış inancı düzeltmek için şu ayet-i kerime nazil olmuştur:
“Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine amadedir. İyi biliniz ki yaratma da emir de O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (Araf Suresi: 54)
Ayet-i kerime’de açıkça hem yaratmanın hem de hüküm koyma hakkının Allah’a ait olduğu zikredilmiştir. Yaratmada veya hüküm koymada birileri Allah’a rağmen ben varım diyorsa müşrik olacağından kuşku yoktur. Siyaset Biliminde hâkimiyet; mutlak iktidar anlamında kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de insanların yeryüzünün halifesi olduğu beyan edilmiş ve görevinin Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek olduğu beyan edilmiştir. O, hâkim değil halifedir.
Bütün peygamberler hâkimiyetin Allah’ın olduğunu ve yeryüzünde hiç kimsenin Allah’a rağmen hüküm koyamayacağını beyan etmek için gönderilmişlerdir. Nitekim Allahü Teala (cc) şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki, biz her ümmete Allah’a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten sakının” diye bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl Suresi: 36)
Ayet-i kerime’de zikredilen ümmet kelimesi “imam” kelimesinden gelmektedir. Peygamberler, başlarında yönetici (imam) olan topluluklara gönderilmişlerdir. Temel tebliğleri, yöneticiler Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmiyorlarsa onlara itaat etmeyin Allah’a itaat edin demek içindir. Birilerinin serbest ve yasak koyduğu kanunlara acaba Allah bu konuda ne demiş diye bakmadan benimsemek ona ibadet etmektir. İbn-i Kesir bu konuda tarihi bir belgeden bahsederek şöyle demektedir: “İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Peygamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye döneminde Hıristiyan olmuştu. Bir ara kız kardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medine'ye geldi. Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi. Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz;
“Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir” (Tevbe Suresi: 31) ayetini okuyordu. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize “Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar” dedi. Onun bu sözlerine Peygamberimiz şu karşılığı verdi:
“Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest bıraktılar. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir.”
Hıristiyanlar din adamlarını kanun koyucu olarak görüyorlardı. Hâlbuki İslam’a göre İmam Azam ve İmam Şafii gibi âlimler kanun koyucu değil Kuran ve sünnetten ictihad yapan kimselerdir. Hıristiyanlar din adamlarının kahrını çektikten sonra İslam’a gireceklerine kanun koyma hakkını seküler parlamenterlere vermeye başlamışlardır. Artık Hıristiyan Dünyasının rabbi bu parlamenterler olmuştur. Parlamenterler ve yandaşları insanlar üzerine hakim olmak için laiklik, liberalizm, kapitalizm ve komünizm gibi ideolojileri din gibi benimsemişler ve bu dinlerin dünya cenneti oluşturacağı vaadinde bulunmuşlardır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.