Görebildiğimiz âlem içerisinde bile hacim olarak iğne ucu kadar bir yere bile sahip değiliz. Rabbimiz ise bizi muhatap almış hatta Kitabı’nda bizi konuşturmuştur:
“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha Suresi: 5)
Tek başına bu durum eşsiz bir lütuftur. Dikkat edin bir yanda âlemlerin yaratıcısı Allahü Teâlâ (cc) diğer yanda bir damla sudan yaratılmış insan. Aslında zavallı insan. İşte bu insan, Allah’ın kelamında konuşturuluyor. Söz hakkı veriliyor. İnsan bu şerefin altında ezilmez de ne olur? Biz kendi içimizden krallarla konuşamıyorken kralları yaratan Rabbimiz sadece bizi muhatap alıp emir ve yasaklarını beyan etmiyor aynı zamanda bizi kendisiyle konuşturuyor. Kendi kelamı arasına bizim sözümüzü söylüyor. Bu durumu kelimelerle ifade etmek kolay değil.
Allahü Teâlâ (cc)’nın kelamı arasında bizim sözlerimizin yer alması karşısında insanın ezilmesi ve başını secdeden kaldırması lazımdı. Ama biz zalim ve cahiliz. Çok zaman nankör. Buna rağmen Rabbimiz bize şöyle bir beyanda bulunuyor:
“Şayet kullarım, sana benden sordularsa; gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.” (Bakara Suresi: 186)
İnsanlardan bir şey isterseniz memnun olmazlar. İdarecilerinizin karşısında perişanlığınızı ifade ederseniz yüzlerinin rengi değişir. Ama Rabbimiz buyuruyor ki; “ben çok yakınım.” “Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim.” Bununla da bitmiyor: “O halde onlar da benim davetime koşsunlar.” İstemekten hoşlanan bir ilahımız var. Sürekli ve ısrarla istemekten hele ağlayarak istemekten, perişanlığımızı ifade etmekten özel olarak seviyor. Peki, ne olur dua edersek:
“Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad.
Bu Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan rahmetini anmadır.
Bir zamanlar o, Rabbine gizlice (içinden) yalvarmıştı.
Şöyle demişti: “Ey Rabbim!.. Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başımın saçı bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de ey Rabbim; hiçbir zaman bedbaht olmadım.”
“Gerçekten ben, arkamdan yerime geçecek varislerden endişedeyim. Karım da kısır bulunuyor. Onun için katından bana bir çocuk ihsan et.” (Meryem Suresi: 1-5)
Kendisi yaşlı; kemikler zayıf mı zayıf, başta siyah kalmamış. Derman yok vücutta. Üstelik karısı da kısır. Ama “dua etmekle de ey Rabbim; hiçbir zaman bedbaht olmadım.” Çocuk olma imkânı normal şartlarda sıfır. Ama dua, olmazı oldurur.
Rabbimiz bize uzak değil. Yakın. Ama biz yakın mıyız? İşte meselenin nirengi noktası burası. Rabbimiz; “davetime icabet edin” buyuruyor. Ama insan Maide (sofrayı) başka yerlerde arıyor. Kendisi gibi insanların davetine icabet ediyor. Kimi laik, kimi ulusalcı, kimi milliyetçi ve kimi de sosyalist… Marks’a, Lenin’e, Abdullah Öcalan’a, Adam Simith’e icabet etmiş. Halbuki bu sahte ilahların sofralarını da yaratan Allah!.. Ama o sofralar sadece bir hayal!.. Emaniy!..
Ama burada kalsa iyi… Allah’tan istememenin ve Allah’ın davetine icabet etmemenin cezası da ebedi cehennem!..
Silkelenme zamanı gelmedi mi?
1- Bir önceki yazıya bkz.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.