Şimdi diyebilirsiniz ki, istemeyi bilmekle her şey bitiyor mu? İşin bir de nasip tarafı var elbet. Her şey tamam, bütün şartlar hazırdır, istemenize bile gerek yoktur ama nasip tıkanmıştır bir kere…
Bir ramazan günüdür. Sultan Mahmut bu kez halkın kendisini tanıyamayacağı bir kıyafetle dolaşmaktadır. Bir ayakkabıcı dükkanından gelen ses dikkatini çeker padişahın. İhtiyar bir adam elindeki çekici boş örse vururken şöyle mırıldanmaktadır.
- Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…
Sultan Mahmut selam verip içeri girer:
- Hayrola baba, nedir tıkanan?
İhtiyar elindeki çekici boş örse vurmaya devam ederek:
- Sorma be evlat, der, tıkandı da tıkandı. Kırış kırış alnı, bembeyaz sakalıyla nur yüzlü bir ihtiyardır bu. Bundan iki-üç sene önceydi evlat, bir rüya gördüm. Çok büyük bir şadırvan vardı. Her tarafında irili-ufaklı çeşmeler… kiminden oluk oluk su akıyor, kiminden damla damla, kiminden iplik gibi. Nedir bu, diye sordum. Nasip çeşmesi, dediler. Oluk oluk akan padişahın nasibiymiş. Diğeri filan sadrazamın, öteki bilmem kimin… Gözüm bir çeşmeye takıldı o sıra. Arada bir tek-tük damlalar düşen bir çeşmeydi bu. Bu kimin, dedim. Senin çeşmen dediler.
İhtiyarı dinliyor görünse de, gülmesini zor tutuyordu padişah:
- Eee?..
- Oradan bir odun parçası buldum, çeşmenin ağzını açmak için zorlarken, odun kırılıp iyice tıkamasın mı çeşmeyi!.. Damla düşmez oldu. O günden beri böyleyim işte evlat.
Elindeki çekici örse vurmaya devam etti ihtiyar adam:
- Tıkandı da tıkandı…
Padişah sevmiştir bu tuhaf ihtiyarı. Saraya döndüğünde bir hindi dolması hazırlatır. İçinde çil çil altınlar olan bir hindi dolması. Dükkanı tarif edip hindiyi gönderir, neticeyi beklemeye başlar.
Tıkandı baba sevinir hediyeyi görünce. Nihayet nasibim açıldı der. İftara az bir zaman kala bu hindiyle bir iftar etmektense bunu satar, üç günlük yiyecek alırım diye düşünür. Hindiyi üç-beş akçeye satar.
Hadiseyi duyan Sultan Mahmut, gülmeye başlar, adamlarına yeni bir emir verir.
- Hemen bir tepsi baklava hazırlayın, her dilimin altına bir altın koyup götürün ihtiyara…
Tıkandı Baba, hindiyi sattığı komşusuna baklavayı da birkaç akçeye satar. Mutludur artık, nihayet nasibi açılmıştır işte. Padişah ise ihtiyarın saflığına kızmaya başlar:
- Getirin bana o ihtiyarı!
Tıkandı Baba Padişah’ın huzuruna getirilir. Olanı-biteni bir bir anlatır padişah. İhtiyar adam çok üzülür. Ellerini dizlerine vurarak dövünmeye başlar:
- Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…
Onun bu halini gören Sultan Mahmut bir kez daha merhamete gelir. Vezirine işaret verir. Hazine dairesinden bir altın sandığı, bir de kürek getirilir. İhtiyar küreği sandığa daldırıp çıkartacak, küreğin içindeki altınlar onun olacaktır.
Tıkandı Baba sevinir. Padişah’a dualar ederek heyecanla sandığa daldırır küreği. Sandıktan çıkardığında ise oracığa yığılır, bayılıverir. Zira heyecandan küreği ters daldırmıştır Tıkandı Baba. Ve küreğin sırtında tek bir altın vardır!
Sultan Mahmut nasipsizliğin deyimi olarak kalacak olan sözünü orada söyler işte.
- Vermezse Mabud, neylesin Mahmut…
Serdar Tuncer'in "Satır Arası Hikayeler" Kitabından Alıntıdır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.