"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız... (İ.Pala)
Dün:
Bu yıl kutlu doğumun teması "Hz Peygamber ve İnsan Onuru" ben belirlenmiş olan bu temayı çok önemli ve anlamlı buluyorum ve neden anlamlı bulduğumu da izah etmek istiyorum. Adına cahiliye denen o toplumda insan, diğer ayni değeri olan varlıklar gibi pazarda satılarak paraya dönüştürülen metadan farksız idi, putperest bir toplum olduğu için penteonda herkesin icat ve imal ettikleri ve peşinden koştukları putları vardı. Toplumda din yerine tamamen folklorik bir yapıyla, atalar kültü hakim olmuştu. İnsanlar köleleştirilmiş, ahlak değerleri sıfırlanmış, kadınlar cariye idi, erkekler ise köleleştirilmişlerdi, kız çocukları tarihin en vahşi yöntemiyle hayattan koparılıyordu. Burada hemen şunu ifade etmek gerekir ki insan onuru açısından dünyanın diğer kısmında da durum çok farklı değildi iki süper güçten Sasani İmparatorluğunda, krala, bu sulanmayan topraklardan elde edilen ürünlerden fazla vergi alarak bizi ölüme mahkum ediyorsun diyen zavallı bir köylüye, kral, halkın önünde itiraz etmesinden dolayı küçük düşürüldüğü gerekçesiyle herkesin gözü önünde yoksul adamı cayır cayır yaktırdı. Bizans İmparatoru ise Ayasofya’nın inşaatında çalışmaktan yorulan ve daha fazla karın tokluğuna bu angaryada çalışmak istemediğini söyleyen adamı Sultanahmet Meydanındaki hipodromda yağız atların kuyruğuna bağlatıp sürüterek paramparça ettirdi. Yani anlayacağınız dünyanın hali izmihlaldi, dünya kurtarıcısını bekliyordu. Hz Peygamber böyle bir zamanda adeta suya hasret çorak toprağa hayat veren yağmur oldu. Çöle inen nur oldu. O bataklığın içerisinde güller yetiştirdi ve o bataklığı gülzara dönüştürdü.
Bu durum Şairin kaleminden şöyle dökülür kelimelere.
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! (M.A.Ersoy)
Tabiî ki bataklığı gülzara dönüştürmek kolay olmadı Peygamberimiz olağan üstü bir çaba ile yılmadan mücadele ederek gece gündüz risalet görevini bi hakkın yerine getirdi. Hz Fatıma validemiz babasının çektiği sıkıntıları, "eğer onu gündüzün sırtına yükleseydiniz gündüz gece olurdu" diye ifade etmiştir. Hiç düşündünüz mü Peygamberimiz 53 yaşında Sevrin tepesine neden çıktı? Çıkarken hangi meşakkatleri yaşadı. Allah'ın nusreti (yardımı) Sevr'in eteğinde gelse olmaz mıydı? (M. İslamoğlu) Hayır Allah'ın kanununda bu yoktur, gelmezdi Peygamber olsanız da gelmezdi peki neden tepesinde geldi? Ondan ötesi yoktu da onun için. Çünkü ilahi kanunda Allah'ın yardımı kulun gücünün tükendiği yerde başlar da ondan. (M. İslamoğlu) Peygamberimizin yapmış olduğu tüm bu ceht ve olağan üstü mücadele Allah'ın inayetiyle Yesrip köyünü Medine'ye dönüştürdü ve Medine'den de bir medeniyet inşa etti.
Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin üzerinden 1442 yıl geçti onun kurmuş olduğu medeniyet ve inşa ettiği toplum, insan ömrünün yarısı kadar bir zaman diliminde insan havsalasının alamayacağı kadar kısa bir süre içerisinde üç kıtaya ulaştı. Ve o zamanlar dünyayı parsellemiş olan Bizans ve Sasani imparatorlukları karşısında edilgen değil etken bir yapı ile özne konumuna yükseldi. Dünün boynu tasmalı kölesi olan Ukbe bin Nafi, O'ndan aldığı terbiye ile muzaffer bir komutan olarak kara Afrika’sını baştan sona fethettikten sonra atını atlas okyanusuna sürerek "Ya Rab eğer şu bahtsız deniz önüme çıkmasaydı senin adını okyanuslar ötesine taşıyacaktım" diyen yüce mefkurenin peşinde koşan yüce insan olama bahtiyarlığına ulaştı.
Bu gün ise:
Belki tarihteki şekli değişmiş olsa bile insanın onuruna verilen değerde bir farklılık yoktur. Modern çağ insana fiyat biçmiş ama değer biçmemiştir(M. İslamoğlu). Ama İslam onu önce eşrefi mahlukat, sonra yeryüzünün halifesi yapmıştır. Modern çağın insanı belki karanlık çağlardaki gibi köle pazarlarında alınıp satılmıyor. Ancak o asli hüviyetinden koparılarak üretim ve tüketim makinesi haline getirilmiş ürettiği ve tükettiği kadar ona fiyat biçilir olmuştur. Acaba bu neden böyle? İslam kendi değerlerini ve doğrularını çağa göre üretmekten uzak olunca, doğunun sosyalizmi ile batının kapitalizmi arasında ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kalakalmış (İ. Sarmış). Bu sorunun en temelinde Müslümanların, çok sevdiklerini iddia ettikleri Peygamberlerini anlamada yöntem geliştiremeyip yanlış metotla O'nu anlama gayreti içerisine girmiş olmalarındandır.
Ayette, "Legad kene leküm fi Rasulullahi üsvetün hasenetün"(Peygamberde sizin için güzel örnekler vardır) (33 Ahzab 21) buyrulur. Örnek almak nedir? Çoğu zaman ifrat ve tefrit noktasına ulaşacak tarzda Hıristiyanlıkta ve Yahidilikte olduğu gibi, haşa, bazen uçuruyor bazen düşürüyoruz. Oysa O Peygamber bize "la tutruni kema etrayebne meryem fe innema ene abdün fe gulü abdullah ve Rasulullah" Beni Meryem’in oğlunu uçurup yücelttikleri gibi yüceltmeyin, ben bir kulum ve bana Allah'ın kulu ve elçisi deyin demiştir. Biz Müslümanların ivedilikle çözmeleri gereken en elzem konu Peygamberimizi anlamada itidali bulmak ve onu doğru anlamaktır ve O'nu hayatımızın nizamı haline dönüştürmektir. Peygamberimizi anlamak O'na mersiyeler ve methiyeler dizerek tamamen sofistike bir yöntemle duygulara hitab edip vay be demek değildir.
Kıymetli okuyucular, kutlu doğum programları, Peygamberimizi anlamak için son derece büyük öneme sahiptir. Bu ancak, bu programların O'nu anma değil anlama formatına sokulduğu zaman mümkün olacak.
Peygamberimizin bize örnekliği, ancak O'nun bize Kur'an'dan alıp sünneti ile pratiğe döktüğü yaşam biçimini yeniden üretmekle olacak, örnek olmak üretmek demektir(M. İslamoğlu), tükettiğin zaman örneklik ortadan kaybolur. Onu örnek almak, onu yaşatmak, yani 1400 yıl öncesinden alıp bu çağa taşımaktır. Bu asla yukarıda bahsedildiği gibi atalar kültü haline getirilmiş ve folklorik unsur mesabesine indirilmiş din anlayışıyla olamaz. Maalesef şu anda bizim Müslüman toplumlarda da din diye hurafe inançlar ikame edilerek, İslam dininin çağın sadrına şifa olacak çözümler üretmesine mani olunmuştur. Bu tabiki kendiliğinden meydana gelmemiş, bazı saygı değer düşünürlerin tespitine göre Modern çağın planlayıcıları tarafından, bizlerin hakiki dini ne kadar anlayıp yaşayacağımız planlanmış, daha fazlası zarar olarak takdim edilmiştir.
Bizim dini, ne kadar anlamış ve yaşıyor olduğumuzu hayatımıza bakarak anlamamız mümkündür. Peygamberimiz insanları sahip olduğu malı ve mülkü ile değil, Allah'a yakınlığı ile değerlendirirdi şimdi ise tam tersi, Peygamberimiz göğsünde iman olan köleyi efendiden üstün tutmuştu bu asil değer ölçüsü, günümüzde maalesef buhar oldu. Günümüzde Müslümanlar da maddeye en üst değeri atfedip, dindar olmaya, ahlaklı olmaya itibar etmez olmuşlardır. Günümüzde Müslümanca yaşamanın standardı minimize edilmiş adeta dindar olmak yalnızca namaz kılmakla eşitlenir olmuştur. Müslümanlık “kılarım beş, yaparım iş, alırım maaş” kalıbında preslenmiştir.
Peygamberimizi sevmek ve onu anlamak, boynumuzun borcu değil varlığımızın borcudur. O zaman sokaklarımızda gül açmalı, hep saba rüzgarı gül esintileriyle uyandırmalı yatağımızdan, hep gülü soluklamalı, kainatın Gülü’ne hoş geldin ey güllerin efendisi yeniden gir dünyamıza diyor. Geleceğimizi, gül efendimizin tesis ettiği hayat nizamının yeniden inşa etmesi dileğiyle hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.