ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Göç ve kader - II

İlker YİĞİT

05 Temmuz 2013 Cuma 10:58
  • A
  • A

80’li yıllardır kırılma noktası Göç’te tüm Türkiye kırsalında olduğu gibi…
Mayalar çekerdi göçün başını yıllardır öyle gelmişti bu göç katarı…
Hadi gidiyoruz! Dedi, Oba başı, Koca Yörük, Ermiş Dede!..
Durulmaz gayrı bir defa ağızadan çıkmıştır arar zihinde gönülde verilmiştir..
Göçülmelidir…
Genetik kodlarının haritasında vardır göçmek…
Kültürü ve doğası ereği göçmelidir ve göçecektir…
Ve yolda düzülürdü Yörüğün Göçü…
Her zaman olduğu gibi Sabah erkenden kalkılır
Çadırlar direkleri, çadırlar ve çullar toplanır…
Zaten çuvaldadır daima giysisi yiyeceği içeceği ötesi berisi…
Zira hazırdır her daim GÖÇ’e…
Konar-göçere hayat veren budur…CANSUYU!
Ancak bu defaki göç biraz farklıydı artık değişmişti göçün şekli mayaların yerini almıştı traktör ve kamyonlar…
Yükleniyordu bulguru, soğanı, buğdayı ve mısırı
Çuvallardaydı yine giysi ve örtüleri…
Yine bırakamadılar ilmek ilmek Yörük kızının körpe hayalleri ile bezenmiş kıl çuvalları…
Koydular minder, döşek, yatak ve yorganı…
Birkaç çul, ihram ve ahşaptan çivilerle çakılmış makatı; zira yoktur onların bir çekyatı ve koltuğu…
Konu komşu bu ilk kafileye evinde ne varsa,
Gönlü yüce Yörük insanı veriyordu bir hatıra…
Bir çuval buğday, kilim, yorgan ve soğan, bulgur vs.
Gittikleri şehirde her şey para, içtikleri su ve yedikleri ekmek…
Yaşamak ateş pahasıydı duyuyorlardı…
Ve diyorlardı tecrübe Pambık toplama zamanları…
Öte beri, bişecek, taşacak ne varsa vermenin gayreti içinde anne ve babaları bu göçerlere…
Bu yeni nesil durmuyor, kanaat etmiyordu Onlara göre bu memlekete…Yörükçülüğe…
Yeni nesil, çileliydi bu yaşam bıkmışlardı göçmekten…
Yayla ile kışla arasında; dağ ile ova arasında davar ardında karda kıyamette koşuşturmaktan…
Sıkmıştı ayaklarındaki kara lastik pabuç, zira onlar hissettirir yerdeki her tümseği yoktur öyle bir konforu…
Yazın sıcakta terletir, kışın karında dondururdu yoktu öyle hava alması ve yalıtımı…
Ama bir onlar dayanırdı Toros’ların haşin dağına ve taşına…
Değme ayakkabı dayanmaz!
Bir hafta demeden çarık eskisi gibi kalırdı…
Bilenmiş bıçak gibi yayla taşları arasında…
Artık şehir yerinde giyeceklerdi gön ve spor ayakkabı…
Daha güzel yaşayacaklar ve yaşatacaklardı evlatlarını…
Zira kendileri okuyamamıştı davar ardında koşturmaktan...
En çok okuyanı ancak bitirmişti ilkokulu
Birçoğu da ESKERDE öğrenmişti okuma ve yazmayı…
Çekilen bu acı ve yürekteki bu derin eziklik onları ırgalıyor ellerinden de bir şey gelmiyor Nâçar…
Ahdetmişlerdi okutacaklardı çocuklarını sonuna kadar yemeyip içmeyip ve giymeyip alacaklardı çocuklarına defter,kitap ve silgiyi…
Hasrettiler okumuş adama…
Zira çok kıymetli ve önemlidir okumuş bir devlet memuru onların gözünde
BÖYÜK! adamdır velhasıl…
Zira az titrememişlerdir ormancı geldiğinde…
Yanık alanlara yasaklanmıştı keçi koyun gütmek…
Kazara girerde ormancı yakalayıverirse sürüyü alır götürür uğraşırdı mahkeme ve karakollarda…
Elindeki üç beş kuruşunu da verirdi devlete ceza olarak…
Onunla alırdı şekerini çayını….
Ve nihayet doldurdular tüm yükünü yapını…
Anca tuttu kamyonun yarı kasasını...
Yükün bile azdı be Koca Yörük ailesi…
Hadi diyordu şoför gidelim…
Yolcu yolunda gerek…
Ve Başladı köy meydanında acı vedalaşma…
Öpüldü büyüklerin elleri ve küçüklerin gözleri… Sarıldılar ağlamaklı bir ses tonuyla Allahaısmarladık diyemediler bile…
Düğümlendi sözcükler boğazlarında…
Acıydı bu göç…
Yüzlerinde gurbetin acısı…
Yüreklerinde buruk bir umut…
Bir kurtuluş ümidi …
Ve acabalarla dolu zihinler…
Şehre varıncaya kadar tartılacaktı gönül ve akıl terazisinde bu duygular…

YORUM YAZ
TOPLAM 1 YORUM

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.

  • - Tuna Yörükoğlu:10 Temmuz 2013, Çarşamba 10:54